|
|
![]() Yüzyıla yakın bir süredir tartışılan fakat bir türlü net cevabı verilemeyen bir soru var: "Dünyayı gerçekte kim yönetiyor, şu an dünyaya hakimiyet kurmuş lider, örgüt ya da sistem kim?" İnsanlar on yıllarca bu sorunun cevabını bulmak için çeşitli teoriler, varsayımlar ürettiler: Süper güçler, ABD, Rusya, Çin, vs... veya bunların derin devletleri ya da istihbarat örgütleri, CIA, Mossad, KGB, vs... ya da gizli örgütler, tarikatlar, Gladyo, Masonlar, Tapınakçılar, vs... ya da bunların kendi aralarındaki çeşitli koalisyonları, işbirlikleri... Tüm bunlar ve bunlara benzer seçenekler söz konusu sorunun cevapları arasında önerildi. Ancak bu seçeneklerin hiçbiri tek başına sorunun cevabı olmaya yeterli değildi. Çünkü dünyayı yönetenin bu sayılanlardan biri veya birkaçı olması durumunda bunun dünya üzerinde herkesin kayıtsız şartsız boyun eğdiği, karşı duramadığı bir güç olması gerekiyordu. Oysa bu ülkelere, örgütlere veya yapılanmalara baktığımızda, hepsinin belli ölçüde güçleri ve etkileri olmasına karşın hiçbirinin dünya üzerinde kesin hakim bir güç olmadığını görürüz. Her birinin kendi sorunları, sıkıntıları, ihtiyaçları ve zayıf noktaları var. Ayrıca bunlar kendi aralarında da gizli ya da açık sürekli bir mücadele, rekabet ve çıkar çatışması içindeler. Herhangi birinin baskın güç olması gibi bir durum yok. Daha önceki yüzyıllarda "dünyayı kim yönetiyor?" gibi bir soru sormak da anlamsız olurdu. Çünkü o devirlerde tüm dünyanın tek bir elden yönetilmesini, insanların topluca yönlendirilmesini sağlayacak bilimsel ve teknolojik imkanlar yoktu. Zira, küresel bir hakimiyet, etki, yönetim ve organizasyon ancak günümüz ulaşım, haberleşme ve kitle iletişim teknolojileri (medya, internet, uydu yayınları, vs. gibi) sayesinde mümkün olabilir. Baştaki sorumuza dönersek... Bilinen tarih içinde "dünyayı gerçekte kim yönetiyor?" sorusunun yaklaşık bir yüzyıldır insanların aklını kurcalamaya başlaması son derece ilginç. Demek ki bu yakın tarihte insanları böyle bir soru sormaya yönelten bir takım manzaralar, olaylar, gelişmeler ortaya çıktı. Gerçekten de 20. yüzyılın başlarından itibaren, özellikle de 1. ve 2. Dünya savaşlarıyla başlayarak günümüze kadar tırmanarak süregelen savaşlar, çatışmalar, kargaşalar, fitneler, karışıklıklar adeta tüm dünyanın tek bir merkezden kan gölüne çevrilmeye çalışıldığının çok açık bir göstergesi. Sykes-Picot'dan itibaren tüm Ortadoğu'da ayaklanmalar, iç çatışmalar, savaşlar, rant mücadeleleri, petrol savaşları sona ermiyor. Çocuklar barış yüzü görmeden, savaş içinde doğup, savaş içinde yetişip, savaş içinde ölüyorlar. Daha yeni 26 Şubat'ta yıldönümü olan Hocalı katliamı, Bosna Hersek'te yaşananlar, Srebrenitsa katliamı, Hama, Humus, Halepçe katliamları, yakın zamandaki Guta katliamı, Suriye'nin tamamını kaplamış katliamlar, Mısır'da sivil halka yapılan toplu kıyımlar, Orta Afrika'da, Myanmar'da Müslüman soykırımları ve bunlar gibi on yıllardır süregiden daha yüzlerce binlerce katliam, soykırım ve vahşetler... Bunların tarihte eşi ve benzeri görülmemiş... Yine son yüzyıldır dünyaya hakim olan sistemlere baktığımızda, komünizm ve faşizm insanlara kan, ölüm, işkence, fakirlik, açlık, yokluk, sefaletten başkasını getirmedi. Şu an genele hakim olan vahşi kapitalizmin ise insanları nasıl bir sömürü düzeni içinde ezdiği ortada... Hakim felsefelere ve zihniyetlere baktığımızda ise tüm dünyayı inançsızlığın, ahlaksızlığın, bencilliğin, çıkarcılığın pençesine düşüren bir büyü gibi insanların beyinlerini bulandıran Darwinizm ve materyalizmin girmediği nerdeyse tek bir ev bile kalmadığını görüyoruz... İslam dünyasında da aynı karanlık görünüm hakim. Bağnazlık Müslümanları kasıp kavuruyor, sayısız fitnenin içine sürükleyerek onları din adına Kuran'a savaş açar hale getiriyor. Diğer yandan İslam'ı bağnazlık olarak tanıyan Batı toplumlarında ise, yanlış İslam algısı sonucunda kitlesel bir İslam düşmanlığı, İslamofobi ortaya çıkıyor ve iki toplum birbirine düşüyor. Dünyanın dört bir yanında, gün geçmiyor ki yeni bir ülkede yeni bir karışıklık çıkmasın. En son Ukrayna'da yaşananları gördük, AB'ne girme amacı ile başlayan eylemler neticesinde sniper'lar yaklaşık yüz kişiyi öldürdü, Kiev alevler içinde, muhaliflerle devlet güçleri arasında sürekli çatışmalar ve ateşkesler yapılıyor. Olaylar ardından Kırım'a sıçradı, binlerce gösterici sokaklarda, Kırım tatarları Kırım parlamentosunu ablukaya aldı. Rusya da bu olaylara dahil olmak üzere. Afrika'nın hemen tüm ülkelerine kargaşa ve çatışmalar hakim. Venezuela'daki, daha önce de Brezilya'daki karışıklıkları ise biliyoruz. Bu küresel fitnenin Türkiye ayağı ise elbette Gezi Parkı olayları ve devamındaki istikrarsızlık ve gerilim ortamı... Başta ağaçları koruma amacıyla başlatılan ve demokratik bir eylem amacı taşırken, ancak ardından bir anda bütün ülkeyi sarıp etrafı yakıp yıkmaya, yağmalamaya, tahrip etmeye, bir çok canı kaybetmemize sebep olan komünist ayaklanmaya dönüşen eylemler... Gelişen koşullar benzeri karışıklıkların daha pek çok farklı ülkelere de sıçrayacağının habercisi. Dünyanın birçok ülkesinde insanlarda gerçek nedeni anlaşılamayan bir çılgınlık hakim. Tam olarak nerden kaynaklandığı belli olmayan, saman alevi gibi birden parlayıp insanları çok aşırı tepki ve davranışlara sürükleyen olaylar yaşanıyor dünyanın dört bir tarafında. Sonuçta bu tahriklere kapılanlar da kapılmayanlar da ülke olarak istikrarsızlığın ve felaketlerin içine düşüyor, yalnızca kendilerine zarar veriyorlar. Şimdi dar bir bakışla, bölge bölge, ülke ülke olayları ayrı ayrı değerlendiren bir kişi, sanki her farklı yerin her farklı olayın kendine özgü nedenleri, gerekçeleri ve iç dinamikleri olduğu ve hepsini kendi içinde incelemek gerektiği gibi bir sonuca varabilir. Fakat bu yüzeysel bakıştan sıyrılıp geri çekilerek Kuran'ın ve Peygamber Efendimiz (sav)'in ahir zaman hakkındaki hadislerinin ışığında tablonun bütününü görebilen akıllı ve şuurlu bir mümin, bağımsız görünen bütün olayların, kargaşaların aslında birbiriyle bağlantılı olarak tek elden yönetildiği dünya çapında bir şer hakimiyeti olduğunu görür. İşte bu, ahir zamanda sonu yaklaşan ve bu nedenle tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar panikleyip azgınlaşarak ve hırçınlaşarak insanlara mümkün olabilecek en büyük zararları vermek, en büyük acıları yaşatmak ve en fazla kanı akıtmak için çırpınan şeytanın hakimiyetidir. Ahir zamanda İslam'ın dünya hakimiyeti öncesi şeytanın belli bir süre için Allah'ın izniyle ve dilemesiyle bir imtihan ortamı olarak insanları saptırmak üzere kuracağı bu hakimiyet sisteminin adı da "Deccaliyet"tir. Deccaliyet elbette insanları saptırabilmek için eylemlerini, maşa olarak kullandığı başka kimselere, başka ülkelere, başka örgütlere, başka yapılanmalara mal ederek dikkat dağıtmaya çalışır. Dünya üzerindeki bu kargaşalardan kısmi çıkarı olan ya da çıkarı olacağını sanan odakları, provokatörleri, tahrikçileri, baş aktörler gibi gösterir. Oysa görünürde dünyayı yönettikleri sanılanların hepsi bütünüyle Deccaliyet'in hizmetinde olan piyonlardır. Deccaliyet şeytanın sistemi olduğu için, sürekli çatışma, kan, kavga ve anarşi ister. Nitekim dünyaya fiilen hakim olduğu şu devirde bu isteklerini yeryüzü çapında tatmin etmekte ve her gün daha fazlası için insanları kışkırtmaktadır. Deccaliyet fitnesinin ahir zamanda tüm dünyayı kaplayacağını Peygamber Efendimiz (sav) şöyle haber vermiştir: "Hiçbir belde yoktur ki onu DECCAL ORDULARI ÇİĞNEMEYECEK OLSUN" (Sahih-i Müslim, Cilt 8 - Sayfa 500) Yine, Peygamberimiz (sav) bir başka hadisinde Deccal dönemini şöyle tarif etmektedir: "... (O sırada) FİTNELER, KARIŞIKLIKLAR, İHTİLALLER çok olur da insanlar BİRBİRLERİNİ ÖLDÜRÜRLER. İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar. İşte öyle sıkıntılı bir zamanda ... MEL'UN (lanetlenmiş) DECCAL ... çıkar..." (İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, sf. 482) Bugün dünyanın durumuna baktığımızda bu haberlerin tam anlamıyla gerçekleştiğini görüyoruz. Bilinmelidir ki Allah Deccaliyetin bu hakimiyetini insanların gafletlerinden sıyrılmaları, sapkın inanç ve felsefelerini terk etmeleri, hak dine sarılıp Allah'a yalvarıp yakararak O'na yönelmeleri, tevbe edip doğru yolu benimsemelerine bir vesile olması için ve bunlar gibi sayısız hikmete yönelik olarak kaderinde yaratmıştır. Elbette Deccaliyet de zamanı gelince sona erecek ve Allah Deccal´in bu azgınlığını, bu karmaşasını Peygamberimiz'in (sav) ehli beytinden olan Hz. Mehdi (as) vesilesiyle sona erdirecektir inşaAllah. Bu nedenle, Deccal sisteminin bir an önce son bulmasını, Hz. Mehdi (as)'ın en kısa zamanda gelmesini ve bu vesileyle tüm Müslümanların ve tüm dünyanın barışa, huzura, sevgi ve mutluluk ortamına kavuşmasını hepimizin Allah'tan sürekli istemesi, bunun için en fazla gayreti göstermesi ve Peygamberimiz (sav)'in 1400 sene önceden bize müjdelediği bu kutlu şahsı her vesileyle ve herkese müjdelemesi gereklidir. İnşaAllah. [email protected] https://twitter.com/Didem_Urer |
|
|
|