|
|
![]() Demirel'in mitinglerinde bir araba ve bir daire anahtarı dağıttığı palavralarını halk yemiyordu artık... Halk en son MHP ‘yi de denemiş ve istediği sonucu almadığı için yeni birine ihtiyaç duymuştu. Bu sefer millet ülkenin başına hapisten çıkar çıkmaz parti kuran ‘'Tek güveneceğimiz dal sen kaldın''dedikleri adamı alıp ülkenin başına Başbakan olarak getirdi.Hemde tek parti olarak. O zamanlar halkın yarısı olmayan bu çoğunluk ,ileride yüzde elliyi de içine alan bir kalkan haline gelecekti. Maalesef bugüne kadar devlet ile karşı karşıya gelmemiş bu halk,bugüne kadar yapılmayan isteklerini bu adama yaptırıyorlardı.Kendi içlerinde bu adama ‘'DİK DURUŞLU ADAM'' diyorlardı. Bu ‘'DİK DURUŞLU ADAMIN'' yaptıklarını göremeyenlerde DİKTABAKAN SENDROMU hastalığına yakalanıyorlardı. Yüzde elli ve ‘'DİK DURUŞLU ADAM'' çok iyi anlaşıyorlardı.Aralarındaki bu sıcak iletişim aydın geçinen kesimin anlamadığı bir usluptu. Onlara göre kimdi bu DİKTABAKAN?? Onlara göre DİKTABAKAN hapisten yeni çıkmış,Necmettin Erbakan hocanın yanında yetişmiş ve Fazilet Partisinden dönem arkadaşları ile bir araya gelmiş,İstanbul'un eski Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğanidi.Ama yüzde elliye göre tutulacak son daldı. Hemen seçime gidilmiş ve DİKTABAKAN sandıktan birinci ve tek parti olarak çıkmıştı. Halk bu DİKTABAKAN'a çok güvenmiş Adnan Menderes ve Süleyman Demirel'den sonra uzun dönem görevini sürdüren DİKTABAKAN olmuştu milletin başına. DİKTABAKAN'nın göreve geldiği o günlerde ekonomik sıkıntılar,susurluk olayı,banka hortumlamaları,faili meçhul cinayetler,PKK terörü,Başbakana yazar kasa atmalar,Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, Bülent Ecevit'e Anayasa kitabını fırlatması, Hüsamettin Özkan'ın Cumhurbaşkanı Sezer'e ‘'Nankör kedi'' demesi,ekonomiyi düzeltmek için Amerika'dan Kemal Derviş'in ülkeye bakan olarak transfer edilmesi yaşadığımız ve unutmamamız gereken ibretlik olaylardı Oysa ne çabuk unutuluyor bu yaşananlar... Allahı var bu DİKTABAKAN, 22 adet batık bankanın enkazını devir almıştı. İMF ev sahibi gibi sıklıkla ülkeye geliyordu. Asgari ücreti bugün beğenmeyenler o günlerde maaşlarını İMF'nin belirlediği zam oranları ile alıyorlardı. İMF'nin eski çalışanı ve o zamanın Bakanı Kemal Derviş ülkede bir çok bankacıyı işsiz bırakıyordu aldığı önlem paketleriyle. İmar Bankası önünde parasını yüksek faize kaptıranlar, kendilerini benzin bidonuyla yakmaya başlamışlardı. Cem Uzan ve ailesi vergi ödemeyerek zevk ve sefa içersinde yaşarken bu halk ve DİKTABAKAN onların borçlarını da üslenmişti. Her ne kadar bazıları Motorola'nın paraları dese de,bu ülke insanı Motorola'nın açtığı ve kazandığı davayı unutmasın. Devlet Motorala'ya yüklü miktar ödeme yapmıştı.O parada bizim cebimizden çıktı. Haaa Cem Uzan! Haaa Süleyman Demirel! Ne fark eder. Onlar için mozot hala 1 lira. Allah var DİKTABAKAN ekonomi düzelsin diye çok uğraştı. Ekonomiyi çok tecrübeli bir isme,yıllarını ekonomi üzerine okumuş ve eğitim almış gencecik çiçeği burnunda bir bakana Ali Babacan'a emanet etmişti. Bu nasıl olur?? Gencecik adama Bakanlık verilir mi? Ülkenin yukarıdan bakan ve aydın geçinen üst kısmı ''Beterin beteri de var'' demişler.. Gazetelerde ve görsel medyada, bir takım vaazlar vererek ''Gencecik adama ekonomi emanet edilir mi?'' demişlerdi. Bu DİKTABAKAN'nın ekonomiyi emanet ettiği bakanın yeni bir lakabı vardı artık. Bu işi çok iyi bilen kaşarlı ekonomistler tarafından ‘'ALİ BEBECAN'' olarak adlandırılıyordu.. Sevsinler sizin PROFöSÖRLÜĞÜNÜZÜ... Hani doğruyu konuşmak gerekiyorsa ben bile korkmuştum daha mı kötüye gidiyoruz diye. Ekonomi yavaş yavaş ilerlerken bu genç arkadaş ,yani ‘'ALİ BEBECAN ‘'pardon BABACAN ve DİKTABAKAN bir gün ''Paradan altı sıfır atacağız'' diye karşımıza çıktılar. Yine yukarıdan bakan akademisyenler,bazı gazeteciler ve muhalefet ‘'Bu olmaz Türk ekonomisi buna hazır değil'' dediler ve engin tecrübelerini konuşturdular. Aradan onca zaman geçti ama hala altı sıfırdan eser yok ve hala ekonomi tam anlamıyla gümlemedi.Maalesef bu akademisyenler, PROFESÖR unvanı ile eğitim vermeye devam ediyorlar.Demek ki iş ünvan ile bitmiyor, biraz da yürek gerekiyor bu işler için... Bravo Ali Bebecan, Pardon ALİ BABACAN... Bir gün yine Avrupa'da hasıl olan ekonomik kriz sebebi ile DİKTABAKAN karşımıza çıktı ‘'Kriz bizi teğet geçecek''dedi. Yanımızdaki küçücük Yunanistan batmış sulara gömülmüştü o sıralarda. Yunanlılar birbirlerini yemekteydiler..Avrupa birliğini suçlu ilan ettiler..Oysaki küçücük Yunanistan'dı orası. Diktabakan Nasıl böyle bir şey diyebilirdi? Nasıl kriz bizi teğet geçebilirdi?Hangi hakla bunu söylemişti? ''Hadi canım'' dendi o zamanlar nasıl olsa ‘'DİKTABAKAN ‘' denilip geçildi. Sıra bize gelmişti ki, yine çok bilen tayfası veryansın etti. Aslında onlara göre kriz bizi teğet geçmemiş,ciğerimizi delip geçmişti. Hemen bazı fırsatçı işverenler işçi çıkarmalarına girişmiş ,bazı bankalar kredi kapılarını işadamlarına ve esnafa kapatmıştı. Tehlikeyi fark eden DİKTABAKAN ve kabinesi verdikleri sert demeçlerle uyanıkları uyarmıştı.DİKTABAKAN yine sopayı göstermişti aba altından ama şu halk yok mu? DİKTABAKAN'nın söylediklerini çok iyi anlıyordu. Yıllarca kamuda çalışan ve sendikası olan işçinin garantisi vardı. Ya özel sektördeki işçinin nesi vardı? Özel sektörde çalışanın sadece bir Allah'ı vardı. DİKTABAKAN oraya da el attı. İşsizlik sigortası fazla mesai paralarının ödenmesi gerektiği,Avrupa uyum yasaları ile birlikte vurgulandı. Bunlar birer birer yürürlüğe giriyordu.Artık halk 11 yılda görmediği uygulamalarla karşılaşıyordu. En önemli uygulama Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan devrim sayılacak uygulamalardı. SSK ve Devlet Hastanesi uygulamaları SGK adı altında toplanıyordu. Bu arada hastane yolunda ölen insanlarımıza adfen yaşanmış acı bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Çok sevdiğim bir mesai arkadaşım iş bitiminde servis aracı ile evine dönerken,servis aracı yolda kaza yapmış ve en yakındaki devlet hastanesine ve tabii ki SSK'lı olduğu için daha uzaktaki SSK hastanesine sevk edilmiş. Maalesef ulaştığı hastanede kısa bir süre sonra yapılması gereken müdahalenin yolda yapılmasına ve SSK hastanesine gitmesi zorunluluğundan,arkadaşım hastane yolunda hakkın rahmetine kavuşmuştur.Ya köyde yaşayan öz dayımın yaşadıklarını nasıl anlatmam.Dayım kalp krizi geçiriyor ve ambulans helikopter ile tam donanımlı hastaneye taşınıyor. Bunlar gözden nasıl kaçar? Bir zamanlar yolda hasta taşırken yitirdiklerimizi,havada taşıyarak yaşatır hale gelmişiz. Ayıp değil mi DİKTABAKAN ? Halk ile DİKTABAKAN arasında hiç kesilmeyen bir sıcak iletişim var aslında.Ülkenin aydınları,gazetecileri,akademisyenleri,siyasi yorumcular bu iletişime pek bir anlam veremeselerde DİKTABAKAN oyları süpürmeye devam etmiş. Son seçimlerde ‘'Her iki kişiden biri'' denilmeye başlandığında dağdaki çobanın yanına üniversite mezunları da eklenmeye başlanmış.Halkın DİKTABAKAN'nı nasıl olurda hükümet kurup bu ülkeyi yönetebilirdi.Kafalarda büyük bir soru işaretiydi bu yaşananlar. Bir kesim yukarıdan bakan seviyeli ama bir o kadar seviyesizi, DİKTABAKAN SENDROMU hastalığına yakalanmaya devam etti.Hatta bu hastalık ülke dışına çıkıp,taaa! Amerika'ya bile ulaşmıştı. Pensilvanya'da bile DİKTABAKAN SENDROMU görülmeye başlamıştı.Artık bu hastalık Arap yarım adası dışında dünya gelenine yayılıyordu .. Ülkeyi sevmek milliyetçi olmak apayrı bir şeydi; DİKTABAKAN bu ülkenin başından gitsin de ne olursa olsun demek, bu hastalığın ilk belirtileriydi. Önce gözleri kör etmeye başlıyor sonra yavaş yavaş düşünme yetisini kaybettiriyordu hastalar. Bu insanlar olmadık yere basit senaryolar üretiyor ve halisünasyon görmeye başlıyorlardı. En son 4,5 milyon dolarla ülkenin en büyük yolsuzluk operasyonu yapıldığı fikri tüm DİKTABKAN SENDROMU hastalığına yakalananlarda peyda oldu. Kolay mı? Yolsuzluk tamı tamamı 4,5 Milyon Amerikan Doları idi.. Daha önceleri yaşanan yolsuzlukların yanında bu mebla devede kulak kalıyordu. Yaaa! Egebank ile hortumlanan 3,5 katrilyon liraya ne olmuştu? Türk bank'ın uğradığı zarar ise 595 milyon dolar idi.. 11 yılda Süleyman Aslan'nın 4,5 milyon doları ile ülkenin en büyük vurgunu yapılmış senaryosunu sadece DİKTABAKAN SENDROMU hastalığına yakalananlar inanıyorlardı. Aslında doktorlar bu hastalığa yakalananlara şu açıklamayı yapıyordu ''4,5 Milyon Dolar bu ülkedeki en iyi bir futbolcunun bonservis bedeli.Bu para için hiç kimse kariyerini ailesini göz ardı edemez. En önemlisi çocuklarının arkadaşları arasında muhatap kalacağı söylemler içinde yapmaz.Kimse evine ateş düşürmez''. diyorlardı. Burada kafa karıştırılmak istendi..Yargıya müdahale yapıldığı düşünülmesi isteniyor ki,yargının içine sinmiş paralel yapının varlığı ortaya çıkmasın. Şifa yine sendedir ya rab!! Bu ülkenin Anadolusu,köylüsü,çobanı,taksicisi,dolmuşçusu,seyyar satıcısı,işçisi,bankacısı,esnafı,emeklisi ve bir çoğu DİKTABAKAN'nın bazen sert,bazen keskin ifadeleri ve bazen de insancıl tavırlarını çözebiliyor içinden onaylayabiliyordu.Çözemeyenler ise ''Hala bu adama kimler oy veriyor'' diye kafa yoruyorlardı.Oysa kel görülmüştü bi kere,ülkenin en iyi sanatçıları bile DİKTABAKAN'nın verdiği karaları önemsiyorlardı.Bunu hazmedemeyen sindirimsizler, bu sanatçılar için olmadık lafları bile söyleyebiliyorlardı. Aslında bu ülkede asıl tehlike ''Sandıktan çıkan çoğunluk her şeye karar veremez'' diyen DİKTABAKAN SENDROMU olanlarda. ''Sandıktan çıkan çoğunluk her istediğini yapamaz'' diyenlerde sıkıntılı sancılar var aslında .Demokrasiye ters söylemlerde bulunabilecekler ama bunun farkına asla varamayacak bir hastalık bu DİKTABAKAN SENDROMU... Halkın gücünü şekillendirmeye çalışanlar büyük bir yanlışın içine düşerler bir gün.Gelin herkes bir olsun.Tüm siyasi partiler hiç kimsenin ne askeriyeye,ne yargının içine,nede başka bir kurumun hatta cemaatin bile bir daha demokratik yapıya dahil olma çalışmalarına izin vermesin.. |
|
|
|