Değişimin Yönünü Belirlemek
I.  Eric Hoffer Hakkında

  1902'de Newyork'ta dünyaya geldi. Küçük yaşlardayken bir kaza sonucu birdenbire kör oldu. On beş yaşına geldiğinde gözleri açıldı. Dolayısıyla okula gitme imkanı bulamamıştır. Tekrar görebilmenin heyecanıyla büyük bir okuma açlığı hissine kapıldı. İçinde duyduğu bu açlığı, Hoffer hiçbir zaman doyuramadı. Bütün zamanını ve parasını kitaplara ayırdı. Ancak parası çabuk bitti. Geçim derdine düştü. California Üniversitesi'nde ders vermeye başlayana kadar birçok işte çalıştı. İlk önceleri işportada meyve satarak para kazanmaya başladı. Daha sonra demir boru ambarlarında çalıştı. Güneye göç ederek tarlalarda ırgatlık yaptı. Uzun süre işsiz kaldı. Maden işçiliğinden sonra emekli oluncaya kadar 1942 yılında San Francisco limanında dok işçisi olarak yükleme boşaltma işine başladı ve hayatında ilk defa olarak göçebe işlerden kurtul-muş oldu. Bu klasik tanıtıma değinme nedenim: Hoffer'in düşünce yapısını oluşturan etkenleri, ortaya attığı iddiaların kaynağının hayatının biz-zat içinden geldiğine dikkatleri çekmek, değerlendirmeleri yaparken diğer etnik yapılar üzerine yazanlar (Akademisyenlerin ya da aydınların(!) halktan kopuk, masa başında oluşturdukları tezleri, düşünce sistemlerini kastediyorum.) arasındaki farklılıkları göstermek içindir. Hoffer'in değerlendirmeleri kendisinden ve içinde bulunduğu işçi kitleleri analiz etmesinin sonucudur. Ortaya attığı düşüncelerin yüzeysel ve derinliği bir kenara yaptığı tespitler topluma yabancı fildişi kulelerinde yaşayan burjuva aydınından daha fazla dikkate alınmayı hak ediyor. Kendisine sunulan birçok imkâna rağmen, büyüklük kompleksine kapılmadan hamallık yapmayı ve hamallarla iç içe olmayı tercih etmiştir. Hoffer'in bu özelliği halkla bütünleşme, halktan biri gibi yaşama özelliği örneklik açısından önemlidir.

Hoffer işsizler kampında, işsizlerin ve kendinin ortak bir yönüne, yani 'topluma uya-mayan kişiler' olduklarına dikkat etmiştir. Fakat topluma uyamayan kişilerde bir atılımcılık ruhu bulunduğunu ve bu kişilere fırsat verildiği takdir-de zor olan birçok işi başaracak kapasitede oldukları üzerine düşünceler geliştirmeye başladı. Almanya ve İtalya'da bu gibi kişiler Nazi, Fa-şist ve komünist hareketlere katılıp kendi istenmeyen benliklerinden kurtulma yollarını aradığını fark etmiştir. Topluma uyamayanlar eğer yaratıcı bir güce sahipse, kişisel bir atılım yapıyorlar veya yaratıcı güçleri yoksa ve kendi yeteneksizliklerinin ezikliğinden kurtulmak istiyorlarsa kitle hareketlerinin içinde kişiliklerini eriterek bir tür 'yıkıcılık özgürlüğüne' kavuşmak istediklerini söylüyorlar.

Hoffer Amerika'nın dünyada ilk defa, aydınlar tarafından değil de, toplumun kendi çoğunluğu tarafından meydana getirilen bir uygarlık ortaya koyduğu görüşünü savunmaktadır. Ve bütün gelişmekte olan ülkelere de fanatik liderlerin peşinden koşmaksızın, demokratik yollarla toplumların kendi kendilerini yönetmek şeklinde çaba sarf etmelerini önermektedir. Hoffer inan-maktadır ki, toplumların kendi kendilerini yönetmesi aydınların ileri sürdüğü gibi zor ve karmaşık değil, aksine kolay ve basittir.

Hoffer kitle hareketleri hakkında yazdığı 'Kesin İnançlılar' eseriyle üne kavuşmuş, eseri birçok dile çevrilerek milyonlarca satmıştır. Bunun dışında 'İnsan Aklının Hırslı Dönemi', 'Zamanımızın Çılgınlıkları' gibi eserleriyle kitlelerle ilgili yaptığı değerlendirme çalışmaları da mevcuttur.


II.

'Yenilikten korkuyoruz', diye başlıyor Hoffer haklı olarak. Toplumların köklü geleneklerini, değiştirmesi kadar zor bir olgu yoktur. Çünkü yenilikler insanda içinde bulundurduklarını yitirme korkusu yanında yeninin neler getireceğini bilememe endişesini de doğurur. İnsanın alışkanlıklarını değiştirmesi,  her şeyden önce gidişatın yanlışlığına inanması ve bunu değiştirecek donanımlı bir alt yapıya sahip olması ile mümkündür. Değişimi istemenin yanında bu değişimin nasıl olması gerektiğini bilmek, eskinin yerine neler konulacağını da önceden hesaplamak gerekir. Kendi rahatlarını bozmak istemeyen insanların değişim sıkıntısı yaşaması doğaldır. Ama hiçbir toplum değişim-den kaçamaz. Toplumlar çoğu kere değişimleri kendi dışındaki etkenlerin varlığıyla yapar. Dış etkenlerle yapılan değişimin içerden kendine yer edinebilmesi kolay olmaz. Zaman gerekir; çünkü toplumun tepkisi ile karşılaşır. Kendine zemin oluşturması gerekir. Zamanla belli kitlelere kendini kabul ettirir. Bu kabul edilişle toplumsal farklılıklar doğurarak kuşak çatışmasına neden olur. Önceki kuşağın değişimi takip edememesini bir kenara bırakın kalıplaşmış anlayışların ötesini görmesi de zordur. Bütün bunları en güzel şekilde Dostoyevski özetlemiştir: 'Yeni bir adım atmak, yeni bir kelime telaffuz etmek, halkın en çok korktuğu şeydir.' Tabi değişim söz konusu olduğunda duyulan rahatsızlığın daha derin ve daha uzun süreli olacağına şüphe yoktur. Ve bütünüyle yeni olan bir şeye gerçekten hazır olmak mümkün değildir. 

Değişimden istenen verimin alınabilmesi için dar ve kıt imkânlardan, eylemlerden uzak durmak gerekir. Bireylere, girişimler yoluyla kendine güven ve saygı kazandırılmaz ya da bi-reylerin bilgilenmesine izin verilmezse her şey ters yönden gelişir ki bu da dengeleri bozar.

Değişim ve toplumsal etkileşim denince akla ilk gelen Batı'nın, Doğu'yu etkilemesi ve onu değişime zorlamasıdır. Her ne kadar görüntüde Doğu'yu ilerletme düşüncesi vurgulansa da temelde Batı'nın kendi kültürünü empoze etmenin yanında Doğu'nun muhafazakar yapısını bozmak isteği de aşikardır. Hoffer, Batılı etkiyi şöyle izah etmektedir: 'Batılı etki birleştirici yapıyı zayıflatmaya ve hatta yok etmeye meyilli olmuştur hep. Ticaret, yaşama, eğitim ve sanayileşme yoluyla geleneksel yaşam tarzını çökertmiş ve bu insanların toplumsal saygınlık ve itibarları yerine bireysel özgürlüğü önermişlerdir. Doğu'yu sarsarak uyuşukluktan kurtarmak ve ona terakki açlığı bulaştırmak istemişlerdir. Bunun sonunda bir kurtuluş değil bir tecrit ve savunmasızlık ortaya çıktı. Henüz olgunlaşmamış bir birey, toplu yaşamın sıcak-lığından ve güvenliğinden koparak kimsesiz ve çıplak halde soğuk bir dünyaya salınmıştı. Asya'nın uyanışına yol açan şey bu terk ediliş ve savunmasız kalış idi...' Batı'nın karşısında, Doğu'nun kendi değerlerinden utanması, değerlerine saldırması, kökünü kazımaya çalışması kadar iğrenç bir şey yoktur. Toplumun önünü tı-kayan gelenekleri bir kenara bırakmalı; ancak bu kenara bırakış düşmanca tavırlar içinde ol-mamalıdır. Yabancı kültürlere çanak tutmak şeklinde algılanmamalıdır. Hiçbir toplum menfaatleri olmadığı müddetçe başka bir toplumu kalkındırma hevesi taşımaz. Hele bu Batı olunca insan iyi şeyler düşünemiyor.  Kitlelerin değişime tepkilerinin yanında birçok şeyi düşünmeden yaşamlarına aldıklarını unutmamak gere-kir. İzlenen politikalar genelde zorla değil de  zamana yayılarak oluşturulan bulaşıcı hastalık gibidir. Bu mikrobu taşıyanlar da genellikle entelektüeller ya da aydınlardır(!) Hoffer değişim sancısını vurgularken sürekli entelektüeller ve kitleler arasındaki ilişkiye değinmektedir:

Entelektüeller ve Kitlelerin Uyuşmazlığı

Amerikalı bir din adamı tarafından kendisini en çok endişelendiren şeyin ne olduğu sorulan Gandhi, şu cevabı vermiştir: ' Eğitimli insanların kalplerinin katılığı'. Bildiğimiz he-men hemen her medeniyette, entelektüeller ya iktidar sahipleriyle ya da yönetici seçkinler zümresinin üyeleriyle ittifak halinde, dolayısıyla da kitlelerin kaderine kayıtsız durumdadırlar. Eğitimli insanlar duyarsızlıklarının yanında kıymet de bilmezler. Kokusunu aldıkları çıkara yöne-lirler. Sonuçları pek düşünmezler. Kendilerine göre toplum yanlış yoldadır, kendi doğrularıyla toplumu yola getirmeyi hayal ederler. Ve bunu ne olursa olsun kitlelere kabul ettirmeye çalı-şırlar. Yarattıkları tahribatları düşünemezler; çünkü insana değer vermezler. Önemli olan düşündüklerini kabullendirmeleridir. Hoffer, entelektüellerin amaçlarını şöyle izah etmeye devam ediyor: ' Entelektüeller, yığınlara itibar ve liderlik elde etmek için yanaşırlar. Eylem adamlarından farklı olarak, söz adamları, etki elde edebilmek için kelimelerin büyüsüne ve ideallerin kutsallaşmasına ihtiyaç duyarlar. Yönetmek, emretmek ve fethetmek isterler, fakat bu açlıklarını tatmin ederken adi bir benliğin ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını hissediyor ol-malıdırlar. Yaptıklarını meşrulaştırmaya ihtiyaç duyarlar ve bunu muhteşem bir tertip içerisinde, kelimeleri kanlı canlı hale getirme ayiniyle gerçekleştirmek isterler. Ezilmiş yoksul bırakılmış halklar için özgürlük, eşitlik, adalet ve hakikat için savaş verirler(?)...' Entelektüelin kafa yapısı aristokratik olduğundan halkın sorunlarını anlaması zordur. Anlaması için halkın içinden çıkması da yetmez. Halk gibi yaşaması, halkın sorunları ile karşılaşmış olması gerekir. Esasında entelektüelin doyumsuzluğu, yani kendini tatmin edemeyişi, bilgisini yaşama aktaramaması onun topluma karşı saldırganlaşmasına neden olmakta-dır. Çünkü aydınların çoğu söylediklerine kendileri bile inanmazlar. Onların ne kendilerini ne de başkalarını değiştirme niyetleri vardır. Tek yap-tıkları yaşayamadıklarını, yapamadıklarını insanlara alay edercesine sunmaktır. Sonra bunu uzaktan seyredip, koltuklarına yayılarak sırıtmalarıdır.

Değişimden ya da modernleşmeden bahsederken taklitçilik ve bağnazlık konusunda Hoffer'in düşüncelerine değinmeden geçemeyeceğiz: Hoffer'e göre, geri ve zayıf olan, taklidi bir boyun eğiş ve kendi yetersizliğinin bir kanıtı olarak görür. Kafalarını ve kalplerini dünyanın kendilerine öğreteceği tüm şeylere açık hale getirebilmek için, taşıdıkları aşağılık duygusundan kendilerini kurtarmaları, kahramanlıklarını sergilemeleri gerekir. Tarih içerisinde karşı taraf-tan gönüllü olarak bir şeyler öğrenmeye yeltenenler çoğunlukla yenilen değil yenen taraf ol-muştur. De Tocqueville şöyle der: ' Geri olanlar bilgi elde etmek için ülkelerini terk ederler.' Geri bir ülkenin, kısmen zayıfların, hızla ve kolayca taklit için şiddetle bir güçlülük ve üstünlük kuruntusuna ihtiyaç duymalarından kaynaklananbir acelecilikle modernleşmeye kalkışması durumunda duygularımızı rencide eden tuhaf kaba-dayı pozlarına bürünmeleri, kasılmaları, kurumları, arsızlıkları ve meydan okumaları kötü duruma rağmen sanki hiç problem yokmuş gibi yaşama devam etmeleri gafletten öte bir şey değildir. Sadece oturup söylenmekten, şikayet etmekten başka bir şey yoktur. İçlerindeki peşlerini bırak-mayan değişimden korkma duygusunu bir türlü aşamıyorlardır. Batılılarla, Doğulular arasındaki bir fark da, bireylerin kendilerine güven duygusundaki ayrımdır. İkincisi ise değişime bakış tarzlarıdır.

Hoffer, taklitçilik ve bağnazlığa değinirken tespitlerini somutlaştırmayı da unutmuyor. Sovyet Rusya, Asya, Afrika, Hindistan, Çin ve komünizm, Hıristiyanlık, kapitalizm, Budizm... gibi yelpazeyi geniş tutarak genel bir değerlendirmede bulunuyor. Aksaklıklara çarpıcı şekilde vurgular yapıyor.

Ayrıca Değişim Sancısı: Asya'nın Uya-ışı, Davranışlar ve Kelimeler, Çalışma Şevki, Pratik Duygu, Yehova ve Makine Çağı, İşçi ve Yönetici... gibi alt başlıklardan oluşan bu kitapta kitlelerle ilgili  değerlendirmeleri bulabilirsiniz.

Sonuç

Toplumsal yapıyı anlamanın en iyi yolu, o toplumun içinden çıkmış olmaktır. Kitlelerin isteklerini, beklentilerini, sorunlarını, gelişimleri-in önündeki engellerin tespiti ve  toplumsal yapıyı tanımak için  daha sağlıklı olur. Yabancı gözlerle kitlelere bakış her zaman bir eksiklik yaratacaktır. Yapılan değerlendirmelerin doğruluğu tartışılır olacaktır. Türkiye'de kitleleri tanıma noktasında ciddi çalışmalar şimdiye kadar yapılamadı. Var olanlar ise Batılı düşünürler etkisinde oluşmuş kanılardır. Psikolojide olduğu gibi kendimize ait toplumsal analizler yoktur. Hep Batılıların kavramları ile düşünüyor, tespitleri de bu çerçevede yapıyoruz... Onun için Türkçeye çevrilen kitapların topluma ne kadar fay-dalı ya da zararlı olduğu göz önünde tutulmalıdır. Çünkü Batılıların kendi toplumlarına, insanlarına yönelik yazdıkları kitapları bize göreymiş gibi çevirmek bir hatadır. Türk okuru aradaki farkı görebilecek birikimden maalesef uzaktır. Batıda-ki toplumsal yapıyı buraya olduğu gibi alıp uygulama düşüncesinden kendimizi kurtaramadık. Kurtaramadığımız içindir ki, toplumumuza yabancılaştık ve acımasızca, değer yargılarına saldırır hale geldik. Dolayısıyla çeviri yapılırken dikkat etmek gerekiyor. Bunun için de yazarların ve yayınevlerinin ticari hesapları bir kenara bırakıp birazcık daha toplumun menfaati için çalışmaları gerekmektedir.

Hoffer'in kitleler için oluşturduğu değerlendirmelerin bir parçasını oluşturan ‘Değişim Sancısı' kitabı kitleleri anlama yolunda küçük ve samimi bir çabanın ürünüdür. Daha önce dediğimiz gibi okurken kıyaslama yaparken dikkat etmekte yarar vardır... Kitabın çevirisinden kaynaklanan bazı hatalar üslubu yer yer sıkıcı hale getirmiştir. Okurken biraz zorlanacaksınız ama göstereceğiniz sabır ile kafanızdaki sorulara yeni sorular ekleyebilir; aradığınız cevaplara yeni bakış açıları ekleyebilirsiniz.

Osman Tatlı




2014-04-25