En çok okuduğum kitaplar sizlersiniz
En çok sevdiğim şey, herkesin o çok korktuğu yalnızlıktır benim. Severim ben yalnızlığı, onunla bir düşünmeyi, onunla bir seyretmeyi, onunla birçok uzaklara bakıp derinlere dalmayı severim.

Harbiden çok severim ben yalnızlığı.

Bazen bir parkın en yalnız köşesinde otururum; zira bilirim ki yalnızlık ordadır, birazdan uğrayacaktır sessiz lisanıma benim.

Az sonra bir bakarım bir teyze belirir hemen yamacımda, yada bir amca veya gençlerden bir iki kişi.

Gençlerin olduğu yerde de yalnızlık benimledir; zira onlar kendi pembe dünyalarına dalmışlardır da, ne var ki ihtiyar amca yada teyzelerin olduğu yerde yalnızlıkla baş başa kalmak ne mümkün!

İki dakika sonra başlarlar; sorular, sorular...

Ne çare ki yalnızlık bırakır gider beni kendi diyarına, hem de küsbüküs!

Az sonra sıkılır kalkarım yerimden, düşerim yalnızlığın ardına. Öylede sürükler beni işte peşin sıra, cilve nazım benim!

Ha bakarım in cin top oynamadığı yalnız bir köşe; hemen koşarım oraya; koşarım ki insanların kendi yüzlerinden onların gizli romanlarını okuyabileyim; dedim ya, zira en sevdiğim ve en çok okuduğum kitaptır onlar. 

Az sonra bi bakarım yine elinde bastonlu bir nine, yada bir dede; okumaya başlarım hayatlarını, indikleri bu duraktan taaaa bindikleri durağa kadar olan yolculuklarının öyküsünü.

Sonra onlar başlar beni okumaya; az göz ucuyla süzüp büzdükten sonra kendi lisanlarına dönerler.

Malum benimkisi sessiz lisan, onların ki ise oldukça sesli!

Başlar yine; sorular, sorular?

Kızım öğrenci misin? Nerde çalışıyorsun? Evli misin? Çocukların var mı? İşte bu sorular az görünse de ortamı sohbete doyuracak kadar kalabalıktırta aslında. Hani cevap vermeden kalksam ayıp etmiş olurum, cevap versem bizim yalnızlık yine bırakıp gidecek beni kendi leyl'ine! Ne yapsam ki? Yine 'Evet hayır'lı cevaplarla hem onların okuduğu beni okumalarına yardımcı olur, hem de onların yüzünde okuduğum o gizli kitabın sayfalarını çevirmeye çalışırım.

Yalnızlık göz kırpar bana;

 "Eeee sen bir hayli meşgulsün, bana da yol görünsün artık."

Kızarım bakışımla;

"Dur hele bi çatlama"  Sonra yavaş yavaş kalkarım onlar tarafından sesli, ben tarafımdan ise sessiz okunan romanın arasından.

Bir cafeye giderim; şöyle camın kenarını seçerim ki geleni geçeni okuyabileyim; göz göze gelmeden. Ki göz göze gelindi mi sihri bozulur bu işin. Okuyacaksan gizli okuyacaksın, okuduğun senden bihaber olacak ki sayfalarını rüzgarlar açıversin sana.

Bir bakarım tam karşı masama birileri oturur; garip garip bakarlarda bana, ruhani bir alemden gelmişim gibi.

Fısıldarım kendi kulağıma sonra;

"Hiiişt sen başını bu kadar gömersen okuduklarının sayfalarına, olacağı bu işte! Azıcık göz ucuyla oku, bu kitap yüzleri" derim.

Bazen dağları okumayı, bazen denizi, bazen havayı, bazen karayı okurum. Bazen bir Caminin bahçesinde oturup o camiyi ören taşları okurum. Ama ben en çok da insan yüzlerindeki sayfaları okumayı severim ve galiba bu yüzden daha da çok seviyorum yalnızlığı. Bu okuduğum kitaplarımın adı sokak kitapları; en gerçekçi kitaptır onlar, en içten, en içimizden, en dilden, en dilimizden, en özden, en özümüzden olan kitaplarımızdır. Bu kitaplar sensin, benim, odur, onlardır.

Bizim hepimizin sokak kitapları ve mekanlarıdır onların yalnızlık. Seni harbiden çok seviyorum yalnızlık ve seni seviyorum sokak kitapları.

Sevgilerimle. Dilek EJDER

 



2014-05-14