|
|
![]() İnsan bedeni ve bedendeki tüm hücreler, dokular ve organlar bilindiği gibi tamamen sahip olunan genetik kodlara bağlı olarak gelişmektedir. Bütün organlar genetik haritanın şifreleriyle şekil almaktadır ve gelişmektedir, bunun bir tek istisnası var ki o da beyindir. İnsan beyninin gelişimi çok temel anlamda genetik kodlar ile oluşurken asıl gelişim doğum anından itibaren gerçekleşen yaşantılara, olaylara, beyne ulaşan bilgilere ve temas halinde bulunan çevresel faktörlere bağlıdır. İnsan beyninin oluşumu ve gelişimi işin nispeten basit ve çözümlenebilmiş bir boyutudur. Oysaki insan beyninin çok ötesinde insana dair çözümlenmeyi bekleyen çok sayıda sır asıl keşfedilmeyi beklemektedir. İnsan psikolojisi, kişiliği ve karakteri nasıl oluşur ve kontrol edilebilir mi? İnsanın ruh hali neye göre ve neden anlık ve sürekli değişir? Ruh halimizin değişimi kontrol altına alınabilir mi? İnsan düşünceleri nasıl oluşur? Gelişigüzel midir yoksa dayandığı belli bir ilkeler zinciri var mıdır? İnsanın duygusal dünyası nasıl oluşur? Neye göre nefret ederiz veya severiz hatta aşık oluruz? Duygular kontrol edilebilir mi? İnançlarımız nasıl oluşur? İnançlarımızı belirleyen faktörler nelerdir? İnançlarımız daha sonradan değiştirilebilir mi? Tercihlerimizi neye göre yaparız ve kararlarımızı neye göre ve nasıl alırız? Bu ve buna benzer soruların cevabını bunca bilimsel, teknolojik ve kültürel ilerlemeye ve gelişmeye rağmen hala bilemiyoruz. Geleneksel olarak bu sorular, psikoloji, psikiyatri, felsefe, nöroloji gibi disiplinler tarafından araştırılmış, çözümlenmeye çalışılmış ancak henüz ne yazık ki somut bir sonuç alınamamıştır. Esasen bilim ve teknoloji öylesine gelişti ve ilerledi ki bu ve bunlara benzer soruların cevaplarının da mutlaka bulunmuş olması gerekmez miydi? Bana göre, bütün bu konuların çözümlenememiş olmasının tek bir nedeni var ki o da konunun bütün bu çalışma alanlarının dışında bir takım yasalara ve kurallara bağlı olmasıdır. Daha açık bir ifadeyle insana dair tüm bu konular ve problemlerin çözümlenmesi psikolojinin, psikiyatrinin, felsefenin veya nörolojinin sınırlarını fazlasıyla aşan bir başka temele dayanmaktadır. İnsana dair tüm bu bilinemeyen sırların temelinde aslında tam olarak ne olduğu bilinemeyen ancak varlığından şüphe duyulmayan, soyut ve öznel bir kavram olan ‘bilinç' ya da ‘zihnin' yattığı çok iyi bilinmektedir. Bilinç, insan beyninin var ettiği ancak nasıl oluştuğu, nerede bulunduğu, nasıl çalıştığı bilinemeyen ve insanlığın önünde duran gerçek bir gizemli varlık konumundadır. Bilincin gelişigüzel çalışamayacağı ve bir ‘hiç'ten ibaret olmadığı artık son derece açıktır. İnsanlığın önündeki en gizemli varlık olan bilinç konusuna özellikle son yıllarda diğer disiplinlerden ciddi bir ilgi ortaya çıkmıştır. Özellikle de bilincin esasen bir ‘enerji' den ibaret olabileceği meselesi bu konuya özellikle fizikçilerin yönelmesine neden olmuştur. Fizik, doğada var olan enerji ya da madde içeren tüm doğa olaylarının dayandığı yasaları araştırır. Dolayısıyla bilincin enerji olabileceği konusu fizik bilimini ve fizikçileri doğrudan konunun içine çekmektedir. Bu durum son derece önemli ve heyecan verici bir durumdur. Bilincin gözle görülür boyutlarda var olmadığı ve var olamayacağı da bilindiğinden gözle görülemeyecek kadar küçük evreni araştıran ‘kuantum fiziği' araştırmacılarını işin içine çekmektedir. Bugün gelinen noktada artık bilinç ve bilincin var ettiği ve yukarıda sayılan tüm soruların cevabı bilincin bir enerji olduğu hipotezi üzerinden hareketle tüm dünyada başlatılan kuantum fiziği araştırmalarına dayanacaktır. Kuantum fiziği ilkeleri sayesinde bilinç çözümlendiğinde insana dair yukarıda ifade edilen tüm soruların cevapları da bulunmuş olacaktır. Hatta bu sayede bilinç transformasyonu, düşünce okuma, psikolojik rahatsızlıkların kesin ve kökten çözümü, duygu dünyasının düzenlenmesi ve yönetilmesi, inançlarımızın yeniden organize edilmesi, gibi konular gündeme gelecektir! Hatta bilincin çözümlenmesi aslında insanın ve daha genel olarak hayatın çözümlenmesi anlamına gelecek ve adeta insanlık ‘Bilgi çağından Bilinç çağına' geçiş yapılmış olacaktır. Bu gelişmelerin gerçekleşebilmesi için aslında bir miktar mesafe kat edildi bile, dolayısıyla bilincin bilimsel olarak tümden çözümlenmesi yakındır... Prof. Dr. Mustafa EROL [email protected] |
|
|
|