|
|
![]() Hangisinin dillerden düşürülmeyen 'Yeni Türkiye'ye yakıştığına siz karar vereceksiniz... Bir tanesi hükümetin yeni bir kanun tasarısıyla Meclis'e sunduğu proje. Diğeri ise, Türkiye'nin en önemli üniversitelerinin eski rektörlerinden ve eski YÖK üyelerinden oluşan 9 kişilik bir akademik heyetin, bir yıl boyunca yürüttükleri gönüllü bir çalışma sonucu ortaya çıkardıkları proje. Adı da 'Yükseköğretimin yeniden yapılandırılması kapsamında dikkate alınması gereken temel ilkeler ve yaklaşımlar.' Önce birinciden başlayalım. Vakıf üniversitelerini devletleştirmek Bildiğiniz gibi, hükümetin ‘Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı' kurulması amacıyla hazırladığı 47 maddelik yasa tasarısında vakıf üniversitelerinin faaliyetlerine, yapısına, idari ve mali özerkliğine ilişkin maddeler de yer alıyor. Hem de ne maddeler! Eğer bu tasarı yasalaşırsa artık vakıf üniversitelerinin yönetim mekanizması olan mütevelli heyetleri YÖK tarafından belirlenecek. Vakıf üniversitelerinin mali borçları kapatma sebebi sayılabilecek ve YÖK'e mali denetim hakkı tanınacak. Devlet üniversitelerinden vakıf üniversitelerine öğretim elemanı görevlendirilmesi de yasaklanıyor. Bu yolla vakıf üniversitelerinin öğretim elemanı kaynağı kesilmiş oluyor. Ayrıca doçentlik sınavı ve doktora denklik de bağımsız bir kurum olan Üniversitelerarası Kurul'dan (ÜAK) alınıp YÖK'e devrediliyor. Bütün bu değişiklikler, yükseköğretim sistemini daha da merkezi hale getiren, YÖK'ün vakıf üniversiteleri üzerindeki kontrolünü artıran ve onları deyim yerindeyse 'boğmayı' hedefleyen düzenlemeler... Düşünün ki, şu anda Türkiye'de 15 bin doktoralı eleman açığı var. Bunu YÖK söylüyor. Ama bu açığa rağmen, devlet üniversitelerindeki öğretim üyelerinin vakıf üniversitelerinde çalıştırılmasını yasaklayarak bu üniversitelerin hayat damarlarını kurutmaya çalışıyor. Tıpkı Tam Gün Yasası ile hekimlere yaptığını şimdi bütün öğretim üyelerine yapıyor. Yine, idari bir kurul olan YÖK, tamamen akademik bir iş olan doçentlik sınavını da üstüne alarak akademik özerkliği bir kez daha yok ediyor. Hepsini bir yana bırakıp tek bir maddeye bakmak bile projenin vahametini anlamak için yeterli: Bir grup insan bir araya gelip bir vakıf kuracak ve bu vakfın finanse edeceği bir üniversite açacak. Ama kendi yönetim ekibini kuramayacak. YÖK'ün belirlediği mütevelli heyeti ile çalışmak zorunda kalacak. O zaman vakıflar neden yatırım yapsın? Neden üniversite kursun? Bir zamanlar rahmetli Sakıp Sabancı şöyle demişti: 'Ben 250 trilyon para yatırıyorum ama rektörümü atayamıyorum.' Şu anda yaşasaydı ve sadece rektörünü değil mütevelli heyetini de atayamayacağını duysaydı herhalde saçını başını yolardı. 34 yıldır hâlâ yaşıyor ve savaşıyor! Gördüğünüz gibi, Kenan Evren'i 34 yıllık bir gecikmeden sonra nihayet mahkûm edebildik. Ama YÖK'ü hâlâ edemedik. Darbenin bu en popüler kurumu -herkes karşı olduğunu söylemesine rağmen- 34 yıldır hâlâ yaşıyor ve savaşıyor! Hem de, daha da güçlenmeye çalışıyor... Kaldırılmasını; kaldırılamıyorsa da sönmesini, üniversiteler arasında eşgüdüm sağlayan idari bir kuruluş haline gelmesini beklediğimiz YÖK, tam tersine gücüne güç katmak için atakta. Biz devlet üniversitelerini YÖK'ün pençesinden kurtarıp özerkleştirmeye çalışırken, YÖK vakıf üniversitelerini de yutup daha da büyümek, güçlenmek sevdasında. Oysa YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya, göreve geldiği ilk yıllarda verdiği demeçlerde üniversitelerin nasıl yönetilecekleri konusunun kendilerine bırakılması ve akademik özgürlüğün önünün açılması gibi noktalara yaptığı vurgularla hepimizde umut uyandırmıştı. Ama hâlâ çok geç değil. Ben iktidarda hâlâ bu tasarıyı çöpe atıp fikri ve vicdanı hür akademisyenlerin dediklerine kulak verecek bir sağduyunun varlığına inanmak istiyorum. Onların projesini de gelecek yazımda ele alacağım. |
|
|
|