Ülfete Karşı Koymak
Televizyonun böyle bir yönü var. İlk günlerde içimizi burkan haber tabloları bir zaman sonra sıradanlaşıyorlar. Sonra sinema izler gibi bakıyoruz ekranlara. Ölen çocuklar, açlık çeken insanlar ve bin bir çeşit acıklı haber tablosu sadece bir film şeridi gibi geçiyor gözümüzün önünden. Çocuklarını kaybeden kadının hıçkırıklarını izlerken çayımızı yudumluyoruz belki de... Belki de bu tür haberlerden bıktığımızı düşünüp kanalı zaplıyoruz umursamadan...

  Kalbin canlı kalması mühimdir. Hadiselere karşı hissiyatını kaybetmeme kalbin hayatının ölçüsüdür. Fakat kalbin bakımını yapmak arabanın mutat yapılan bakımı gibi değildir. Hadiselerin ortasında kalan insan bir zaman sonra alışkanlık hastalığına müptela oluyor. İşte kalbin üzerini tam bu dönemde tortular kaplıyor. Önce hafif küllerle üstü örtülüyor, ardından ağır hafriyatla örtü katmanı kalınlaşıyor. Böyle olunca acıklı dediğimiz hadiseler karşısında duyarsız kalıyoruz.

  Thomas Harris'in 'Kuzuların Sessizliği' romanında geçen kuzular bahsinin bir benzerini çocukluk yıllarımda yaşadım. İlçemizde bulunan belediye mezbahasında kuzuların kesildiğini gördüğümde çok korkmuştum. Arkadaşımla beraber çocuksu bir merakla gitmiştik oraya. Kasap on beş civarındaki kuzuyu yaklaşık 30 metre karelik bir bölümde arka arkaya kesiyordu. Diğer Kuzular ise bir köşeye sıkışmış olarak bekliyordu. Tümünün kesilmesini izleyemedim.  Orada gördüğüm manzarayı hiç unutmadım. Yıllarca rüyalarıma girdi ve uykularım bölündü. Fakat kasap öyle görünmüyordu. O bunu bir iş olarak yapıyordu. Belki çocukluğunda olsaydı o da aynı şeyleri hissederdi. Ama insan bir süre sonra alışıyor ve elinde can veren kuzu onun için örste dövülen demirden farksız oluyor.

  Kalbin gıdasının ne olacağını Yüce Sanatkârımız Rad Suresinde belirtiyor: 'Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.' (28. Ayet) Allah'ın anılması bahsini Kur'an okumak şeklinde özetleyebiliriz. Yaratıcımızın bize yazdığı mektubu okumaktan daha tabii ne olabilir ki. Fakat günlük meşgaleler ve şeytanın vesveseleri bu önemli vazifeyi unutturuyor. Kitabımız ise oya işlemeli bohçalarda duvara hapsediliyor. Şişedeki serumun insana faydası olmadığı gibi Kur'an dan da nasibimiz o denli olmuyor.

  Fethullah Gülen Hoca Efendi, Kırık Testi isimli kitabında Selef-i Salih'in görüşlerini, 'Kur'an okunmuyorsa metruk (terkedilmiş) sayılır' şeklinde özetliyor. Ne şekilde okunması gerektiğini ise şöyle ifade ediyor: 'Maalesef, bizim insanımızın okuyuşunda da mana ve muhtevaya dikkat edilmiyor. Kur'an düşünülmüyor. Okuyanlar, sadece lafız olarak okuyorlar. Mutlaka onun da sevabı vardır. Kur'an okuyan biri, onun kelimeleri ve harfleri adedince sevap kazanabilir. Hatta bazılarına göre nafile namaz kılmaktansa Kur'an okumak daha evladır. Fakat esas olan onu hem okumak ve hem de anlamaya çalışmaktır.'

  Demek ki ülfet hastalığından kurtulmanın reçetesi Kur'an okumaktır. Çünkü Kur'an okuyan insanın kalbi Yaratıcısı ile rabıta halindedir. Hep canlıdır ve hadiselerin monotonluğuna mağlup olmaz. Haberleri dinlerken üzülür, ürperir ve dua eder. Her şeye gücü yetenden istemesini bilir. Yoksa metruk olan kitabı gibi zamanın koridorlarında kaybolur gider.


2013-10-10