Türkiye Eksenli Yeni Dünya Düzeni...
Komşularla 'sıfır sorun' politikası Türk devleti, 'komşularla sıfır sorun' politikası kararını almasıyla birlikte tüm Ortadoğu ve sınır ülkelerle olan ilişkilerini geliştirdi. Bu politikanın başarılı sonuçları arasında:

- Yunanistan'la, Kuzey Kıbrıs, 12 ada ve hava sınırı tartışmalarının çözülmesi yönünde atılan adımlar;

- Ermenistan sınır kapılarının açılması ve bu ülkeyle diplomatik ilişkilerin kurulması;

- Rusya'yla sürekli artan ekonomik ve siyasi işbirliği ve iyi komşuluk ilişkileri;

- Çeşitli fikir ayrılıklarına rağmen İran'la iyi ilişkiler sürdürülmesine verilen önem;

- Irak'ın istikrarlı bir yapıya kavuşturulması yönünde geliştirilen ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler;

... sayılabilir.

Her ne kadar, Mısır ve Suriye örneklerinde olduğu gibi, bazı istisnai gelişmeler komşularımızla aramızda kriz olduğu görünümü verse de bunlar Türkiye'nin 'sıfır sorun' politikasına gölge düşürmez. Türkiye, elbette ki bu her iki örnekte de reelpolitik anlayışına göre değil mazlumun korunması anlayışına göre hareket ederek en doğru, en insancıl ve en akılcı tepkiyi ortaya koymuştur. Dolayısıyla, 'sıfır sorun' kavramından, kitle katliamlarına seyirci kalmak anlamı çıkarılmamalıdır.

Ayrıca, 'sıfır sorun' politikasının pasif, etrafında gelişen olaylara ve sorunlara kayıtsız kalan değil, aksine çok önemli arabulucu, barışçıl, uzlaştırıcı politikaları da içine alan bir anlayış olduğunu belirtmekte fayda vardır.

İsrail-Batı Şeria-Gazze Üçgeni Örneğin, İsrail-Filistin çatışması bilinen bir konu. Ancak bölgedeki sorun bununla bitmiyor. Batı Şeria ve Gazze'deki farklı Filistin yönetimleri arasında da yıllardır devam eden bir ayrılık ve güç mücadelesi söz konusu.

Gazze tarafında Hamas yönetimi, Batı Şeria'da ise Mahmud Abbas liderliğindeki El Fetih yönetimi var. El Fetih, Hamas yönetimini meşru saymıyor. Hamas ise El Fetih'i İsrail işbirlikçisi ve hain olarak niteliyor. Yani Filistin fiilen ikiye bölünmüş durumda.

Basında sürekli olarak İsrail'in Gazze'ye yaptığı saldırıları okuyoruz. Şimdi bu saldırılar neden Batı Şeria'da olmuyor da Gazze'de oluyor diye bir araştırıp düşünmek lazım. Çünkü Mahmut Abbas hükümeti genel olarak barış ve demokrasi yanlısı. Her fırsatta koşulları İsrail'le karşılıklı oturup görüşme taraftarı.

Bunun aksine, Gazze tarafının izlediği politikalar ise akılcı değil. Gazzeli militanlar sınıra gidip İsrailli askerlerin üzerine şişeler fırlatıyorlar! Şişe sert bir cisim, insanın başına çarpsa ya da kırılıp şah damarını kesse bir anda öldürebilir. Dolayısıyla İsrail bu eylemi doğrudan kendi askerlerini öldürmeye yönelik algılıyor ve derhal ateş açarak karşılık veriyor.

Yine Gazze tarafı İsrail topraklarına bir roket fırlatıyor. Karşılığında ise İsrail roket ve hava saldırılarıyla misilleme yapıyor.

Sonuçta olan masum Müslüman halka oluyor, yüzlerce şehit veriliyor.

İsrail'in kendisine karşı gördüğü en küçük bir tehdide karşı çok güçlü bir savunma refleksi gösterdiği yılların tecrübesi. Ayrıca caydırıcı olmak amacıyla misliyle karşılık verdiği de biliniyor. Buna rağmen bazı Gazzeli militanlar hiçbir sonuç sağlamayacak sorumsuz eylemleriyle yalnızca masum Müslümanların hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Bu yöntemlerle bugüne kadar hiçbir sonuç alınmadığı ve bundan böyle de alınamayacağı çok açık.

Karşılıklı Bakış Açıları Değişmedikçe Sorun Çözülmez Hamas'taki yoğun Musevi düşmanlığı ve nefreti İsrail'in İslam'ı bütünüyle radikalizm olarak algılamasına yol açıyor ve Müslümanları şehit etmekte bir sakınca görmüyor. Karşılıklı bu hatalı anlayış ve tutum değişmediği sürece de akan kan durmuyor.

Oysa Museviler Kuran'da Ehl-i kitap olarak tanımlanan, dinlerini ve inançlarını özgürce yaşamaları yine Kuran tarafından teminat altına alınmış bir kavim. Şu an yaşadıkları ve geçmişte de atalarının yaşadıkları topraklarda serbestçe yaşamaya hakları bulunduğu yine Kuran'da bildiriliyor. Dolayısıyla körü körüne bir düşmanlık şöyle dursun, Kuran'a göre Ehl-i kitabı, dolayısıyla Musevileri koruyup kollamak da Müslümanların bir görevi.

Aynı şekilde İsrail yönetiminin de artık, bazı radikallerin hatalı tutumları yüzünden İslam'ı yanlış tanımaktan, Müslümanlara ön yargı, şüphe ve tedirginlikle yaklaşmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Kuran'da anlatılan barış, sevgi, şefkat, kardeşlik, düşünce özgürlüğü ilkelerini göz önüne alarak İslam ve Müslümanlara yönelik olumlu ve doğru bir bakış açısı geliştirmesi çok önemli. Ancak ne yazık ki on yıllardır taraflar bu yönde bir aşama kaydedebilmiş değiller.

Türkiye'nin Kilit Arabulucu Rolü İşte tam bu noktada Türkiye'nin kritik rolü devreye giriyor. İsrail, Hamas, El Fetih arasındaki barış görüşmelerini Türkiye'nin yönetmesi ve arabulucu olması her üç tarafın da ortak isteği.

İsrail, zaten hep Türkiye'yle iyi ilişkiler kurma peşinde. Bölgede Türkiye gibi bir müttefiki olması kendisi için çok büyük bir avantaj. Kendince fanatik düşmanlarca çevrili olduğunu düşündüğü bir bölgede Türkiye'yi kendine en yakın, en rahat diyalog kurabileceği ülke olarak görüyor. Bu nedenle, Türkiye devrede olduğunda barış görüşmelerinin kendi lehine de sonuçlanacağından, Filistin gibi bir ülkenin Türkiye'nin sözünü dinleyeceğinden, onu güvence olarak göreceğinden emin.

Diğer yandan, Gazze'de Halit Meşal hükümeti her fırsatta Türkiye'ye bağlılıklarını, Türk hükümetine olan hayranlıklarını, dış politikada Türkiye modelini izlemek istediklerini dile getiriyor. Türkiye'nin dış politikası barışçıl, sevecen, uzlaşmacı ve birleştirici olduğu sürece Halit Meşal'in de aynı doğrultuda hareket etmesi, dolayısıyla Hamas'
la ilgili yukarıda sözünü ettiğim olumsuzlukların kendiliğinden ortadan kalkması çok muhtemel.

Türkiye'nin İsrail'e karşı izleyeceği ılımlı ve dostane bir politika aynı şekilde Gazze yönetimi tarafından da örnek alınıp izlenecek bir politika anlamına geliyor.

Batı Şeria tarafına baktığımızda ise Mahmut Abbas'ın da çok uzun zamandır İsrail-Filistin barış görüşmelerinde Türkiye'nin aracı olmasını istediğini görüyoruz. Nitekim kendisi, Türkiye'nin tekrar bölgede devreye girmesinin kapısını açtığı için Netanyahu'nun Türkiye'den özür dilemesine en çok sevinenlerden biriydi.

Özetle, İsrail-Gazze-Batı Şeria üçgeninde barış ve uzlaşmayı sağlama gücüne sahip tek ülke Türkiye'dir. Her üç taraf da bu gerçeği kabul etmektedir. Bu nedenle Türkiye'nin bu fırsatı iyi değerlendirmesi ve bölgedeki tarihi rolünü ustalıkla yerine getirmesi çok hayatidir.

Sonuçta, Türkiye gerekli uzlaşı ve güvence zeminini sağlamadıkça hiçbir ülkenin bölgeye barışı ve istikrarı getirebilmesi teknik olarak mümkün görünmüyor.

Türkiye Eksenli Yeni Dünya Düzeni Mehdiyet'in Habercisidir Ortadoğu bugün bütün süper güçlerin, kendi ulusal çıkar ve güvenlikleriyle doğrudan ilgili gördüğü için yakından izlediği dünyanın en büyük ilgi odağıdır. Gerek stratejik gerek siyasi gerekse ekonomik olarak tüm dünyanın barış, istikrar ve refahı bakımından en kritik öneme sahip coğrafyadır.

Ortadoğu denince ise tüm oklar "Türkiye"yi işaret etmektedir.

Bu önemli gerçek bize, dünyanın Türkiye eksenli yeni bir yapılanmaya doğru gittiğini göstermektedir. Türkiye'nin günümüzde hızla yükselen bu siyasi, sosyal, ekonomik ve stratejik değerinin, Peygamber Efendimiz (sav)'in 1400 yıl öncesinden İstanbul'dan çıkacağını, tüm İslam aleminin, ardından da tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olacağını müjdelediği Hz. Mehdi (as)'ın çıkış alametleriyle aynı döneme denk gelmesi de çok anlamlıdır.

Yine, Resulullah (sav)'ın haberlerinden ve Kuran ayetlerinin işaretinden, Allah'ın izniyle çok yakın bir gelecekte Yüce Türk milletinin Hz. Mehdi (as) öncülüğünde bu tarihi görevini başarıyla tamamlayacağı, önce Ortadoğu'da, sonra da tüm dünya çapında, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir barış, huzur, sevgi, kardeşlik, refah ve zenginlik ortamının hakim olacağı çok açık ve net biçimde anlaşılmaktadır.

En doğrusunu Allah bilir, inşaAllah.


2013-12-05