|
|
![]() Devletin resmi yayın organı olan TRT'nin iktidar partisi tarafından yönetilmesi ve iktidar partisinin yayın organı ve propaganda aracı olarak kullanılması acaba ne kadar doğrudur? BDDK, TMSF ve RTÜK gibi devlet kuruluşlarının sadece iktidar partisi tarafından yönetilmesi acaba ne kadar doğrudur? Ve elbette tüm yargı sisteminin en üst kurulu olan HSYK'nın sadece iktidar partisi tarafından yönetilmesi ne kadar doğrudur? Bu soruların doğru bir şekilde cevaplanabilmesi için aslında ‘Milli İrade' kavramının çok iyi anlaşılması ve özümsenmiş olması gerekiyor. Zira görülüyor ki milli irade çok önemli bir halk kitlesi tarafından sadece ‘çoğunluğun iradesi' olarak algılanmaktadır. Oysaki milli irade kavramı iktidar partisi dışındaki tüm halk kesimlerinin iradelerini de barındırır ve artık çok iyi bilinmektedir ki, çağdaş demokrasilerde muhalefetin ve azınlıkların hak ve hukuklarının korunması, sistemin işleyebilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Günümüzde ülkemizde yaşanan çatışma, kavga, ayrışma ve kaos ortamının temelinde çok büyük ölçüde böylesine temel kavramlardaki kargaşa ve anlaşılmazlıklar yatmaktadır. Esas olan şudur; Devletin hiçbir kuruluşu ve organının ‘milli irade kılıfı' altında ne iktidar, ne muhalefet ne de bir başka organizasyon ve grubun kontrolü altına girmesi veya güdümünde çalışması doğru değildir. Devletin ideolojik hale getirilmesi ülkenin altına adeta dinamit yerleştirilmesi gibidir. Zira devlet tüm vatandaşlara hizmet için kuruluşmuş devasa bir organizasyondur. Son yıllarda çıkarılan yasalar, devletin omurgasına yapılan çok köklü müdahaleler ve yapılan radikal değişiklikler ile bugünkü duruma gelinmiştir. Öyle garip bir noktaya gelinmiştir ki; Bugün artık başbakan da dahil olmak üzere yargıya ve yargı kararlarına güven duyulmadığı telaffuz edilebilmektedir. Devletin içinde çeteleşme olduğu hatta paralel devlet lafları telaffuz edilebilmektedir. Bir spor kulübünün başkanı hakkında verilen cezanın Yargıtay tarafından onanmasını tanımadığını ifade edebilmektedir. Savcıların emirleri yerine getirilmemekte, mahkeme kararları uygulanmayabilmekte, seçilen bazı savcılar ve polisler işlerinden el çektirilmekte ve yerleri değiştirilerek, işlevsiz hale getirilebilmektedir. Son yıllara kadar en fazla güven duyulan kurumlardan olan ve bu milletin gurur kaynağı olan TRT, ÖSYM, Ordu, Polis ve Yargı gibi kurumlar bugün halkın çok büyük bir çoğunluğu nezdind19e güvenini tamamen yitirmiştir. Devletin diğer organlarına olan güven duygusu da çok büyük ölçüde azalmış veya yok olmuştur. Ülkemiz resmen çok büyük bir kaos yaşamaktadır. Eğer bu şekilde zıtlaşmaya ve davranmaya devam edilir ise devamında orman kanunlarının geçerli olduğu, anarşi, terör, mafyavari çözümler, çeteleşmeler ve suç örgütlerinin sokaklara hakim olduğu günlerin gelmemesi için hiç bir neden yoktur. Peki bu durumda ne yapılmalıdır? Öncelikle derhal erken seçim kararı alınmalıdır. Seçim yasasında yapılacak değişiklikler ile halk iradesinin meclise tam olarak yansıması sağlanmalıdır. Ve en önemlisi de ‘devlet' ile ‘siyaset' kurumlarının ilişkileri yeniden düzenlenmelidir. Siyasetin devletin işleyişine müdahalesi ortadan kaldırılmalı, siyasetin devletin içine girmesi engellenmelidir. Devletin ideolojik hale getirilmesi uygun yasal düzenlemelerle engellenmelidir. Devletin milli irade kılıfı altında sadece çoğunluk iradesinin güdümünde yapılanması ve devlet organlarının diğer guruplar üzerinde silah olarak kullanılma olasılığı mutlak surette ortadan kaldırılmalıdır. Aksi halde yakın gelecekte tahmin dahi edilemeyecek durumlar ve gelişmeler kapımızdadır... Prof. Dr. Mustafa EROL |
|
|
|