Sık sık iktidar partisi veya mensuplarının basına baskı yaptıkları yazılır oldu, devlet-medya ilişkilerinin görüşüldüğü toplantılar da çoğaldı. Cengiz Çandar, Doğan Akın'la birlikte katıldığı Mardin'deki toplantıyı dünkü yazısında özetliyordu.
Tanımayanınız varsa Doğan Akın hakkında bir-iki cümle yazmak istiyorum: Şimdi T24 adlı internet gazetesini Aydın Engin'le birlikte yönetiyor; ders almak isteyenlere örnek oluyorlar.
Eskilerin ‘İstanbul beyefendisi' deyimiyle tanımladıklarından biri olan Doğan Bey, arkadaşlarına rahat bir çalışma ortamı hazırlamış olmalıdır. Doğrusu Mardin toplantısında onun anlattıklarını dinlemek isterdim.
Cengiz Bey, Erdoğan'ın Kuzey Afrika gazisinden İstanbul ve sonra da Ankara'ya dönüşünde, televizyon kanallarının ‘devlet-medya ilişkilerindeki kepazeliğe' dikkat çekerek başlamış konuşmasına. Sonra kendisi hakkında uydurma haber yayımlayan internet sayfalarından örnekler vermiş.
‘Kepazelik' devlet-medya ilişkilerinde kalıyorsa fazla üzülmeyelim. Haberci ve yazarların siyaset adamları, işadamları ve patronlarıyla ilişkisi de devletle ilişkilerinden çok iyi durumda değildir.
Burada yazdığım ‘haberci', ‘siyaset adamı', ‘patron' ve ‘işadamları' sıfatlarından önce ‘bazı' ibaresini koymak doğru olacaktır.
Evet, bu takımın ortalamasının ilişkileri getirdiği düzeyle iftihar edemeyiz, bu düzey aslında ‘toplumumuzun düzeyi'dir; yıllar öncesinde daha kötüydü de şimdi gelişmeyle yetersiz gördüğümüz bir ‘yükselme'den değil, bir inişten sonra vardığımız düzeyden bahsediyorum. Yanılıyorsam da, yani iniş değil yükseliş de varsa, geldiğimiz düzeyden herhalde memnun değiliz.
Hepimiz bu düzeyde, kendi payımızı aramalı, bulduğumuz kusurları da düzeltmeye çalışmalıyız.
İfade ve örgütlenme özgürlüğü ülkemizde tam değildir; ancak 30 yıl, 10 yıl öncesine göre ilerlemiştir. Yargı sistemi de aynı, eksiklerine karşın eski yıllara göre daha bağımsızdır. Yazar ve haberciler için ifade özgürlüğüyle ilgili yasalar, hükümetin yazı ve görüntü kullanılarak eleştirilmesini sınırlamamaktadır.
1950'li yıllarda basın kanunu ve yargı sistemi, basın mensuplarının iktidarın talebiyle yargılanmaları ve cezalandırılmasına elveriyordu. O devrin efsane dergisi AKİS'in sahibi ve yazarlarından Metin Toker, Başbakan Menderes'in isteği üzerine mahkûm edildi. O yıllarda birçok gazeteci hapse girdi, Ulus başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın, Vatan sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman da hapsedilenler arasındaydı. Onlar direndiler, basın özgürlüğü önce meydanlara taşındı, sonra seçim beyannameleri girdi.
O günlerde yazar ve gazete sahipleri basın ve ceza kanunlarından yakınırlardı; ayrıca hükümetin muhaliflere yeterli kâğıt tahsisi, baskıda kullanılan çinko ve diğer malzeme ithalatı izni vermediğini yazarlardı.
Fakat 'İktidarın baskısına dayanamıyorum' diyerek gazetesinden ayrılan yazar veya haberci hatırlamıyorum; herkes düşüncesini, topladığı haberi ve gördüğünü yayımlardı.
Şimdi o dönemler gibi değil! 'Kardeşim seni kim tehdit etti' diyorsun, açık cevap yok! Haklı olarak, 'Gerçeği söylersem ihale alamam' diye korkanlar gibi, 'Yazar hapse girerim' ya da 'Kalemimi kırar giderim' diyenler de çok.
İktidar-medya ilişkisinde bir-iki konuyu temizlemeliyiz:
Yazar ve haberciler Başbakan'ın isteklerine, 1/ Bizzat duyduklarında uyuyorlarsa; 2/ Patrondan duyarak uyuyorlarsa; iktidar baskısından yazarların yakınmaları haklı sayılmaz.
Başbakan'ın isteğine göre yazılanlar, halkın doğruları görmesini ve anlamasını engeller.
Açıkçası, baskıdan yakınan yazar ve haberciler, gerçekdışı veya çarpıtarak yazdıkları haber ve düşünceleri; 1/Öz kararlarıyla yazmaktadırlar ve; 2/Değişik nedenlerle duruma razı olmakta ve kabul etmektedirler.
Bence siyaset ve gazetecilik ‘duruma razı olma' veya ‘gerçeğin bir kısmını söyleme' yeri değildir. Çünkü rızayla kazandığınız -gelir, ün, vakit ve benzeri- şey, halkınızın her anlamda ilerlemesini önlemektedir.
|