
Son iki yılda
Tayyip Erdoğan'a karşı yürütülen nefret kampanyasını dikkatle incelediğimizde izahı mümkün olmayan bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bazı yarım akıllı liberaller, nesli tükenmekte olan devrimci sosyalistler ve de Kemalist paradigma dışında bir dünyanın olabileceğine inanmakta zorluk çeken solcular son iki yıldır,
'Bu Tayyip Erdoğan özgürlükleri kısıtlıyor, diktatoryal bir yönetim kuruyor' yalanıyla gerek içeride, gerekse Türkiye dışında
Erdoğan'la ilgili adeta bir kötülük algısı oluşturmanın mücadelesini veriyorlar.
Ne hikmetse bugün demokratmış gibi davranan kesimlerin neredeyse hemen tamamı geçmişte
'vesayet Türkiyesi'nin imtiyazlı ortaklarıydılar. Bütün darbeleri bunlar alkışladılar, 28 Şubat'ta cuntacılardan daha fazla cuntacıydılar.
'Dindar avı'nı destekleyen manşetleri bunlar attılar, Kürtleri infazda cuntacılardan bile daha önde yer aldılar.
Oysa şimdilerde yırtınarak
‘diktatörlük' yaftası yakıştırmaya çalıştıkları
Tayyip Erdoğan, bu ülkenin darbecilerle yüzleşmesinin yolunu açtı, vesayet rejimini geriletti, Kürtlerin yıllardır gasp edilen en doğal insani haklarını iade etti, vebalı olarak görülen mütedeyyin kesimleri özgürlükle buluşturdu.
Dahası paralelcilerin bir
‘cadı avı'na dönüştürdüğü Balyoz tutuklularıyla ilgili adalet arayışının yolunu
Tayyip Erdoğan açtı. Malum yargı ve emniyet içinde örgütlenen paralel yapı,
darbe girişimleriyle ilgili çok haklı bir yargılamayı sırf devleti ele geçirme hırsı yüzünden hukuksal rotasından çıkardı ve demokrasiye en büyük kötülüğü yaptı. Oysa Ergenekon ve Balyoz yargılamaları Türk demokrasisi için bulunmaz bir fırsattı. Ancak emniyet ve yargıdaki paralel örgüt hiç ilgisi olmayan insanları da çuvalın içine atarak, davaları adeta temelinden dinamitlemiş oldu.
İşte bugün Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla hükümlülükleri sona eren Balyozcular
Tayyip Erdoğan'ın 12 Eylül 2010 referandumuyla gerçekleştirdiği
bireysel başvuru hakkı sayesinde özgürlüklerine kavuştular. O günleri hatırlayalım, başta ulusalcı ve Kemalist kesimler olmak üzere CHP, MHP anayasa değişikliğine karşı ölümüne bir
‘hayır' kampanyası yürüttüler. AK Parti iktidarını İmralı'nın rotasına girmekle suçladılar. Çok şükür ki kaybettiler ve sonunda demokrasi kazandı, özgürlükler kazandı. Demek ki sivil anayasa bir gün herkese lazım olabilirmiş...
Ama şimdi görüyoruz ki, bu özgürlük ve demokrasi karşıtı kesimler Balyoz sanıkları serbest kaldığı için bayram ediyorlar. İyi güzel de bugünlerde demokrasinin nimetlerinden yararlananlar 12 Eylül'de anayasa değişikliği konusunda
Erdoğan düşmanlığı yaptıkları için acaba bugün küçücük de olsa bir utanma duygusu yaşıyorlar mı?
Hiç sanmıyorum, zira bugün Balyoz kararıyla demokrasinin nimetlerinden yararlananlar aslında hayatlarının hiçbir döneminde özgürlüklerin ve demokrasinin safında olmadılar. Sadece geçmişteki imtiyazlı konforları bozulduğu için demokrasiyi ve hukuku hatırladılar.
Eminim ki bugün Balyoz hükümlülerinin etrafında
‘demokrasi şarkısı' söyleyenler, yarın kalkar kalkmaz 12 Eylül 2010 referandumuyla özgürlüklerin önünü açan
Tayyip Erdoğan'a hakaretler etmeye ve
‘diktatör' masalları üretmeye devam edecekler. Çünkü genlerinde dindarlara karşı nefret var, ırkçı bir öz var.
Ama unutmayalım ki
Tayyip Erdoğan demokrasi karşıtlarından teşekkür almak için yola çıkmadı. Aksine 12 yıldır
‘vesayet Türkiyesi'nin imtiyazlı kurumlarıyla mücadele ederek bugünlere geldi. Her demokratikleşme adımında kendisine küfredenlere inat, ülkenin demokrasi ve özgürlük ufkunu genişletti.
Düşünün ki 12 Eylül 2010 referandumunda sivil anayasa değişikliğine karşı
‘hayır' kampanyası yürüten
Kemal Kılıçdaroğlu, şimdi Balyoz hükümlüleri bırakılınca koşarak demokrasi trenine binmeye çalışıyor. Ancak olup bitenlerden o kadar bihaber durumda ki, özgürlüklerin önünü açan
Erdoğan'la ilgili
‘diktatör sayıklamalarına' hâlâ devam ediyor. İşte
Tayyip Erdoğan'ı büyük yapan da bu...