Abdullah Gül veda resepsiyonunda bazı önemli açıklamalar yaptı. En çok AK Parti Merkez Yürütme Kurulu'nun toplantısını beklemeden ve Tayyip Erdoğan'dan önce
'Başbakan Ahmet Davutoğlu olacak' demesine şaşırdım. Gül gibi tecrübeli bir kişi, bu ismi ağzından kaçırmaz. Mutlaka bir sebebi olmalı ya Davutoğlu'nun adının, Erdoğan ile kendi arasındaki bir istişare neticesi ortaya çıktığı izlenimini yaratmak istiyor;
'Davutoğlu'nu bu harekete ben kazandırdım' demek suretiyle, onun atanmasında kendisinin de payı olduğunu belli ediyor ya da kongredeki seçimin ve nabız yoklamalarının bir görüntüden ibaret olduğunu, tabanın değil tavanın adayı tayin ettiğini ortaya koymak suretiyle ilk adımda bu seçimi itibarsızlaştırıyor.
Doğrusu çözemedim... Çözemedim zira Gül, AK Parti'nin kurucusu olduğunu, partiye zarar vermek istemeyeceğini de aynı konuşmada açıkladı. Dolayısıyla, muhtemelen ilk şık geçerlidir ve Gül, devrede olduğu mesajını kitlelere iletmek istemiştir.
Buna mukabil, Ankara'da değil İstanbul'da oturacağını söylemesi, aslında şimdilik siyasette bir iddiası olmadığını da ortaya koyuyor. Bir ara İstanbul'da ev satın aldığı ve emeklilikten sonra o evde oturacağı haberi gazetelere yansıyınca bunu tekzip etmiş, Ankara'da kalacağını ifade etmişti. Herkes bunu,
'Gül, aktif siyasetin içinde olacak' şeklinde yorumlamıştı.
Karı koca Gül ailesi kırgınlıklarını da belirttiler. Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi
'yeni yetmeler'tabirini kullanmadı ama
'Bizim cenaha yeni giren veyahut geçmişi çok bilmeyenler bu konularda günlük konuşurlar' demek suretiyle, aynı kişileri işaret etti. Halbuki o kişiler, kendi iradeleriyle bu sözleri sarf etmiyor; sadece Erdoğan'a aracı oluyorlar ama kolay olan, galiba çevreyi kötüleyip, iradenin asıl sahibine lâf etmemek. Her neyse!
Gül, yeni parti iddialarının önüne de set çekti. Bir zamanlar, eşi başörtülü diye cumhurbaşkanı olmasını arzu etmeyenlerin, bugün ona parti kurdurmaya çalıştıklarını ve farklı bir cepheye çekmek istediklerini söyledi. AK Parti'nin kurucusu olduğunu hatırlatarak, yerini de belli etti.
İstanbul'a yerleştiğinde, Abdullah Gül'ün gerçekleri daha yakından göreceğini düşünüyorum. En ufak bir kıpırdanışında, daha nice saygısızlıkların muhatabı olacak. Belki İstanbul'da başkalarının uğradığı haksızlıkları, hüsranları da yakından görebilir. Hayat Çankaya'daki kadar kolay değil. Ne hak kaldı ne hukuk ne de adalet!!! Rencide olan sadece Abdullah Gül mü? AK Parti, yıllardır inşa ettiği bir birikimi fütursuzca yok etti; yok ediyor.
Gül, sivil hayata geçince bu tabloyu bütün ayrıntılarıyla daha yakından müşahede edebilecek. İşte o noktada merak ediyorum:
Buna sadece seyirci mi kalacak?
Hayrünnisa Hanım'ın tepkisi
Hayrünnisa Gül'ü yakından tanırım. Lafını esirgemeyen bir kişiliğe sahiptir. Beğenmediği gelişmeleri eşinin yüzüne pat diye söyleyiverir. Buna mukabil, ikili ilişkilerde nezaketi elden bırakmamaya gayret eder. İnsanları rencide etmemeye özen gösterir. Eğer gazeteci Abdülkadir Selvi'nin elini sıkmadıysa, bu olay kırgınlık ve kızgınlık mertebesinin çok üzerinde bir duyguyu ifade etmektedir. Selvi üzülmesin... Aslında Hayrünnisa Hanım, onun şahsına değil, temsil ettiği zihniyete karşı tepkisini ortaya koymuştur. Elini sıkmaması,
Türkiye'de geçer akçe haline gelen merbut ve müdaheneci tavra duyulan öfkenin neticesidir.
Pandora'nın kutusu
27 Mart 2013 tarihinde Akşam Gazetesi, İzmir casusluk olayını
'Uçkur tutanakları' manşetiyle veriyordu.
'Pandora' isimli dijital veri içinde yer alan klasörlerde, fişlenenler, askeri bilgi-belge, gizli çekilmiş görüntüler mevcuttu. Bülent Arınç ve Ali Babacan hakkında da malumat toplandığı ortaya çıkmıştı. Hatta Arınç, bir açıklama yapmış,
'Ahlâksızlığın daniskasıdır; rezalettir. Okurken utandım, yüzüm kızardı. Kurumların ne kadar kokuştuğunu gördüm' demişti.
İzmir'de evvelki gün yapılan operasyonda, askeri casusluk ve fuhuş operasyonunu gerçekleştiren polislerin gözaltına alındığını okudum. Aynı polislerin, Binali Yıldırım'ın bacanağı hedef alan Liman operasyonunda da yer aldığı belirtiliyor. Şimdi onlar,
casusluk ve
örgüt üyeliğiylesuçlanıyorlar.
Usulsüz dinleme mutlaka cezalandırılmalı ama bu faaliyet bir örgüt suçu oluşturmaz. Hele casusluk iddiası için, bir belgenin bir yerlere servis edildiğinin kanıtlanması gerekmektedir. Bugün Türkiye'de ne görüyoruz? Gerçekten casusluk olaylarını izleyenler (Selam Tevhid ve İzmir'deki casusluk/fuhuş) bir sabah kalkınca kendileri casus olmuş ve sonra da Pensilvanya'daki paralel örgüt ile irtibatlandırılmışlar!!!
Türk Ceza Kanunu'nu (TCK) bence ilga edelim. Zira geçerliliğini kaybetti.
*Mesela
'Hükümete karşı darbe nedir' hususu, kanunun 312'nci maddesinde anlatılıyor. Uysa da uymasa da yolsuzluk operasyonunu darbe kapsamı içine alıyorsunuz.
*Casusluk nedir anlatılıyor. Gene uysa da uymasa da birtakım insanları casus ilân ediyorsunuz.
*Örgütlü suç nedir, bunun da Türk Ceza Kanunu'nda yeri var. İstihbarat şubelerinin ön izleme sırasında yaptıkları bazı hataları, eksik isimle hâkimden izin alınmasını vs... Örgütlü suç için delil sayıyorsunuz.
Dediğim gibi, en iyisi, TCK'yı ilga edip,
'Yeni Türkiye'nin yeni Ceza Yasası'nı' ilân etmek.
Bugün, Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk ve fuhuş davaları,
'Kumpas' olarak takdim ediliyor. Ama dün Akşam Gazetesi, İzmir'deki casusluk ve fuhuş operasyonunu
'Uçkur tutanakları' diye yayınlamıştı. Terfilerde menfaat sağlamak ya da gizli belgeler elde etmek için birçok kişinin özel hayatına dair görüntüler
'Pandora' isimli bir dijital veri içinde depolanmıştı. Şimdi çıkmış AK Parti yandaşları, bütün bu iddiaları,
'Paralel örgütün tertibi' gibi sunuyor. Sonra da bize dönüp soruyorlar:
'Neden değiştin?'
Değişen biz miyiz, siz misiniz?
İzmir'de casusluk ve fuhuş operasyonunu yapan polisler 19 ağustos 2014'te Star'ın tabiriyle paralel kulak iddasıyla gözaltına alındılar.