Fenerbahçe, genel olarak etkisiz göründüğü maçta Red Bull Salzburg'la 1-1 berabere kalarak gelecek hafta Kadıköy'deki rövanş öncesi avantaj sağladı. Sarı-Lacivertliler'in golünü 90+5'te penaltıdan Cristian kaydetti.
Hayır bu sefer değil. Bir Avusturya eşleşmesi ‘Viyana kapılarını' bu kez çağrıştırmasın. Hatta bir adım daha atalım. Mozart'ı da almayalım yanımıza. Zaten Amedeus filmine hürmeten Salieri'ci sayılırız, Mozart'ı da geçelim. Ama onlar geçemiyor haliyle. Zaten yere göğe yazmışlar, Salzburg'da ne alsanız bir yerinden Mozart çıkıyor. Düşünün maç kitapçığındaki karşılaştırmada bile 'Bizim Mozart'ımız var, onların yok' yazıyordu. Doğal tabii. Salzburg'dan Mozart çıkarsa, o şehirden Mozart'ı çıkartamazsınız. Her yere siner. E, ne kaldı geriye? Bir zamanlar bu coğrafyada yazlık keyfi yaşayan Hitler'den bahsedecek değiliz herhalde. O zaman tek çare kalıyor: ‘The Sound of Music' filmine başvuralım; bizdeki ismiyle Neşeli Günler'e... Ama Turşucular'a değil, içinden Salzburg, Naziler, aristokrasi ama buram buram müzik ve doğa geçen o efsane müzikale. Zaten ev sahibinin oynadığı bir müzikal gibi ahenkli oyun da bunu fazlasıyla hak ediyordu. Ama işte filmin sonunda kahraman Fener oldu...
Filmin 'Feride'si' dadı-rahibe Julie Andrews gibi başladı Salzburg. Sahibinin adına saygı duyan bir ‘kanatlandırır' efektiydi bu. Neredeyse 4-1-3-2 gibi, ancak menajerlik oyunu cesaretine uygun bir dizilişle çıktılar ve yüklendiler. Daha 3'te Soriano ne demek istediğimizi ‘şekil-bir-a' diye anlattı. Topa sahip olduklarında Dortmund olmak istiyor gibiydiler (hem saç hem tarzıyla Kampl bir tür Reus'tu). 28'de nefis bir korner organizasyonu izledik. 32'de Emre'nin hatalı pasına yine zıpkın gibi bir atak eşledi Avusturya ekibi. Koca ilk yarıda 11. dakikada Alper'in ekstra pasıyla ‘olmayan pozisyon' dışında ‘Sarı-Laci' hiçbir şey yoktu neredeyse. Bu oyuna gene de az pozisyon verdiler. Yani filme geri dönersek, Salzburg haşarı rahibe Maria, Fenerbahçe ise yüzü gülmez, yaramaz çocuklarından mustarip Albay Von Trapp'tı...
Yeni devre daha da beter başladı. O 10 dakikalık baskıdan gol çıkmadıysa Volkan ve Salieri'nin laneti sayesindedir. Uzun bir süre 54'te Kuyt'la atılan bir şuttan ibaretti Fenerbahçe. 64'te Alan'ın atamadığı gol hakikaten artık duaları değil, şehrin casino'nu çağrıştıyordu. Ama çok sürmedi, 67'de Alan bu sefer kaçırdıklarından çok daha güzel bir gol attı: 1-0. Böylece filmdeki gibi festivali bahane edip aradan kaçamayacağını anladı Fenerbahçe. Artık oyunla yüzleşmek zorundaydılar. Yanal'ın Alper ve Emre'siz bu yeni oyunda gol arıyordu Sarı-Lacivertliler. 70 dönülürken Kadlec ve Alves bile rakip yarı alandaydı. Ama gole benzer tüm anlarda Sow vardı ve onun 81'deki nefis şutu girse mutlu son gelirdi. Olmadı. Sanki geç kalmışlardı. Ama işte filme benzerlik kaçınılmaz. Napıp edip kaçmayı başardı Fenerbahçe. Olmadık bir son dakika golüyle...
NOT: Malum her şehrin bir futbol görgüsü var. Stat, organizasyon, tribünler, şehirle etkileşim ne durumda, insan anlamaya çalışıyor. Doğrusu bir tür ‘Doğru Ahmet' projesi Red Bull Salzburg. İnsan imeniyor, kıskanıyor. Neler var neler, ki buraya sığmaz. Takımların kalite ve futbol değerleri farkı ne kadar bu yana meylediyorsa, diğer her şey de o yana meylediyor. İşte ‘Bay Yanlış' kompleksi de burada başlıyor. Doğrusu bir yazı hak ediyor bu konu. Pek yakında...
|