
Türkiye'ye dışarıdan bakan birisinin giderek baskıcı olan bir polis devleti ve kuşatma altında bir toplum görmesi son derece normal. Hükümet üyeleri istedikleri kadar yırtınsınlar mevcut ortamda bu algıyı değiştirmeleri mümkün değil. Her şeyden önce demokrasinin en önemli göstergesi olan özgür basının acıklı hâli ortada. Medyanın hükümet yanlısı sermaye gruplarına transferi nerdeyse tamamlanmış durumda. Bu ortamda yazıları yüzünden işlerini kaybeden gazetecilerin sayısı da günden güne artıyor. Hizadan çıkan herkes ise potansiyel olarak topun ağzında. Saygın gazeteciler işlerinden olurken, çıkarıldıkları gazetelerde kalanlar da hâliyle töhmet altına girmiş oluyorlar.
Böyle olmaması da mümkün değil zira atılan meslektaşları uğruna parmak bile kaldırmıyorlar. Çıplak doğruları olduğu gibi yazacak olurlarsa bunun bedelini biliyorlar. Kendi iradeleriyle hükümet sözcülüğüne yatmış olan '
kıdemli gazeteciler' bir yana, hâlen, işbaşında olup da kalemini satmadan yazamaya çalışan gazetecilerin işi gerçekten zor.
Öyle bir noktaya gelindi ki hükümetin medya patronlarına bir telkinde bulunmasına gerek de kalmadı. Demokrasi, basın özgürlüğü ve nihayet insanlık ile fazla işleri olmayan bu zatlar maddi çıkarları uğruna, timsah gözyaşları dökerek de olsa, gerekeni zaten kendileri yapıyorlar.
Fakat anti-demokratik gariplikler sadece medyaya mahsus değil. En temel demokratik haklarını kullanan silahsız göstericilere karşı aşırı şiddet uygulamak neredeyse bir âadet hâline geldi. Her hafta sonu onlarca gösterici gözaltına alınıp, hapse tıkılıyor ve kötü muamele görüyor. Ardından olur olmaz suçlamalarla mahkemelere çıkarılıp haklarında uygar insanların aklına hayaline sığmayan cezalar isteniyor.
Özetle Katolik engizisyonunu aratmayan bir dönemden geçiyoruz. Hükümetin başı kindar bir şekilde '
biz çektik biraz da onlar çeksinler' anlayışını yansıttıkça, hükümet kontrolündeki devlet birimleri de talimat almışçasına gerekeni yapıyorlar.
Bu ortamda vali gibi atanmış bir bürokratın, yasal olmaysan direktiflerle kimlerin hangi mahkemeyi izleyip izleyemeyeceğine karar vermesi, polisin de '
buna uymayın' diyenleri işyerlerinden ve evlerinden toplayıp götürmesi son derece normal sayılmalı. Fakat anormal bir durumla karşı karşıya olduğumuz kesin, zira AKP'nin içinden bile artık dayanamayıp '
vali yetkisini aştı' türünden kızgın seslerin yükseldiğini görüyoruz.
Buna rağmen hükümette ve AKP yandaşları arasında, uygar dünyanın bu olumsuz genel görüntüyü neden eleştirdiğini anlamaya çalışmak yerine, '
yükselen Türkiye'nin önünü kesmeye çalışanlara' dair mantık dışı komplo teorileri üretme güdüsü yine de ağır basıyor. İşin özeti şu ki AKP'nin ileri demokrasilerle bugün ciddi sorunu var.
Ancak hükümet üyeleri ve yandaşları '
yüzde elli ile seçildik' tekerlemesi ve saçma komplo teorileriyle gelen eleştirilerin nedenlerini örtmeye çalışıyorlar. Bu arada Türkiye'nin anti-demokratik gidişatına işaret eden yabancı kişilere ve kurumlara karşı hakaret yolunu seçip Türkiye'nin itibarını iyice zedeliyorlar.
Fakat, fizik kanunları gibi siyasetin de tarih boyunca kanıtlanmış kanunları var. AKP'nin dünya gerçeklerinden kopuk yaşayamayacağını görmesi sadece zaman işidir. Hür ve çağdaş kesimler TOMA'lar, biber gazı, cop ve yeri geldiğinde silah ve kalaslarla donatılmış binlerce polisin kuşatması altında olduğu için, aradaki zamanda kuşkusuz daha çok can yanacaktır. Fakat dünya bugüne kadar kimseye kalmış değil.