Ergenekon kararları, 'derin devlet' ve 'militarizm' ile bir tür hesaplaşma niteliğinde. Ama, 'Ama'sı var mı? Var...
Ergenekon kararları hakkında ne mi düşünüyorum?
Ergenekon soruşturması 2007 yılında başladığı vakit, onun en kararlı destekçilerinden biri olan ve bu nedenle nice düşman kazanan birisi için abes bir soru olmalı bu. Ama bugün sorulabiliyorsa aradan geçen zaman içinde bu sorunun, bugün, bana sorulmasına hak kazandıran ‘hak ihlalleri' ve ‘yanlışlar'ın da olduğu, dolayısıyla böyle bir sorunun bana sorulmasının meşruiyetinin oluştuğu da düşünülebilir.
Öyle de oldu zaten. Soru da soruluyor zaten.
Ne mi düşünüyorum? Verilen hükümlere baktığımda, en ağır hüküm yiyenler arasında Hrant Dink'in gerçek katillerini teşhis ediyorum. Malatya katliamının asıl faillerini sezinleyebiliyorum. 1990'lardaki faili meçhullerin parmak izlerinin sahiplerini görebiliyorum. Benim gibilere sürekli yönelik ölüm tehditlerini üreten ırkçı milliyetçiliği seferber eden ‘Talat Paşa Komitesi' üyelerini fark ediyorum. Seçilmiş iktidara karşı askeri darbe hesabı güden ve amacını elde etmek için elinden geleni ardına koymayacak olanları seçebiliyorum.
Böylelerinin alması gereken hükümleri aldıkları kanısındayım. 2007'den beri ülkede siyasi cinayet işlenmemiş olması bir yana teşebbüs dahi edilmemiş olmasının, ‘askeri darbe girişimi' bulunmamasının, Ergenekon davasının caydırıcılığı sayesinde gerçekleşmiş olduğunun ayırdındayım. Ergenekon kararlarıyla bu kötülüklerin cezasını bulmuş olduğu ve daha da büyük bir caydırıcılık sağlanmış olduğunu düşünebilirim.
Bu yönüyle, Ergenekon kararları, ‘derin devlet' ve ‘militarizm' ile bir tür hesaplaşma niteliğinde.
Bu yönüyle ‘Ergenekon kararları' elbette ‘tarihi' nitelikte.
Ama... ‘Ama'sı var mı?
Evet, var.
Ergenekon davasının görülmesi sırasında savunma hakkının kısıtlanmasına bol miktarda rastlandı. Usul hataları saymakla bitmez hale geldi. Hak ihlalleri gırla gitti.
Bunun anlamı, ‘adaletin yara alması'dır ve ‘adalet yaralısı' bir mahkeme sürecinin verdiği kararların ‘adil olduğu'na da pek kimseyi inandıramazsınız. Kurunun yanında o kadar yaş ve üstelik cayır cayır yakılmıştır ki, bunun gölgesi, aldıkları hükümleri hak edenlere ilişkin kararların üzerine de maalesef, düşmüştür.
Üstelik, hiç kimse, bana kitaba uygun şekilde görevine gelen ve giden eski Genelkurmay Başkanı (Em.) Orgeneral İlker Başbuğ'un, görevini bıraktıktan bir buçuk yıl sonra ‘silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek'ten ve ‘askeri darbe girişimi'nden yargılanmasının ve üstelik ‘ömür boyu hapis cezası'na çarptırılmasının ‘adaleti'ne ikna edemez.
Başbakan Tayyip Erdoğan 1 Şubat'ta İlker Başbuğ için, ‘terör örgütü mensubu' denmesinin çok büyük bir yanlış olduğunu söylemiş ve 'Bu, affedilemez. Bu tanımlamayı yapanlar şu anda bulundukları makam itibariyle kendilerini sağlam görseler bile tarih onları affetmez' demişti.
Balyoz kararlarının ardından, kararları, Yunanistan ve Arjantin cuntasından ötürü -yani sonuca ulaşmış askeri darbelerin ülkelerini yıllarca inim inim inletmiş- sorumlulardan kaç kişinin yargılanıp, ne cezalar aldığına ilişkin karşılaştırma yaparak incelemiştim. ‘Balyoz Davası: Türkiye'nin Nürnberg'i' ve ‘Balyoz doğruları Balyoz yanlışları' başlıklı üst üste iki yazı, yaklaşık bir yıl önce eylülde bu köşede yayımlandı.
Ergenekon kararları için de aynı durum geçerli. ‘Ergenekon doğruları, Ergenekon yanlışları' söz konusu.
Ahmet Hakan'ın dünkü Hürriyet'te yazdığı gibi: 'Kararlar öyle iyi kurgulanmış ki... ‘Adalet zedelendi' diyen için de münasip hükümlü var, ‘Derin devlet tepelendi' diyen için de münasip hükümlü var...'
Mahkemenin verdiği hükümler, Orhan Kemal Cengiz'in önceki gün Radikal'de yazdığı ve dün kararların açıklanmasından sonra Eyüp Can'ınki dahil birçok yazıya ilham veren ‘Keşke' başlıklı yazısında sıraladığı ‘Yapılmasaydılar' anlamında bir dizi ‘keşke'yi akıllara ister istemez getiren türden.
Kararlarla birlikte zihnimde oluşan ve ‘Ergenekon süreci' açısından ‘en olumsuz sonuç' olarak gördüğüm husus, en iyi biçimde Hasan Cemal'in T 24'teki satırlarında mevcut:
'... Asker-siyaset bağının demokrasi adına kopartılması için Ergenekon'u, Balyoz'u önemsedim. Bugün de önemsemeye devam ediyorum. Önemsediğim için de bazı uyarılarımı eksik etmedim. Hatta bir seferinde, ‘Eğer dikkat edilmezse 12 Mart döneminin 9 Martçıları gibi, Ergenekon ve Balyoz'dan da ‘demokrasi kahramanları çıkabilir' diye yazmıştım. Çünkü yargı sürecinde hata üstüne hata yapılmaya başlanmıştı. Ergenekon ve Balyoz'da meselenin özünü perdeleyen bu hukuki yanlışlar bir yandan adalet duygusunu zedeleyip kamu vicdanını fena halde rahatsız ederken aynı zamanda davayla ilgili ‘itibarsızlaştırma mekanizması'nın dişlilerini her geçen gün yağlamıştı...
Adalet duygusu yara almıştır. Bu kararlarla adaletin yerini bulduğunu sanmıyorum. Toplum vicdanı bu kararlardan dolayı rahatsızdır. Daha da rahatsız olacaktır.'
Şimdilik bu kadar...
Ergenekon kararlarının, ‘doğruları' da var, ‘yanlışları' da...
* * *
Hayatımın iki özel ve sevgili şahsiyetini birer gün arayla yitirdik. İnal Abi (İnal Batu) ile 1980'lerin ikinci yarısında onun Dışişleri Sözcülüğü döneminde başlayan sımsıkı dostluğumuz, 1989'da onun Fenerbahçe İkinci Başkanı olduğu dönemde 103 gollük tarihi şampiyonluk yılında taçlandı. Ömrümüz, birlikte paylaştığımız, deplasmanlar dahil, Fenerbahçe maçlarına geliş-gidişlerde ve maç sonraları soyunma odalarında kutlamalarla pekişti. Prag'da Kadife Devrimi'ni, onun büyükelçiliği sırasında, onun konuğu olarak birlikte yaşadık. Dünyanın en çelebi insanlarından birisinin, İnal Abi'nin yaşı olamazdı. 77 yaşında bir delikanlı iken onu kaybetmek çok ağır oldu. Ve dün sabaha, Selçuk Yula'nın 53 yaşındaki ölüm haberiyle uyandık. 1980'li yıllarda Selçuk'un tribündeki hayranlarından biriydim. Sonra, FB TV'de yıllarca birlikte program yaptık. İş arkadaşım, ortağım ve çok çok sevgili bir dostum oldu. Bir daha onun ‘Cengiz Abi' diyen sesini işitemeyeceğimi bilmek çok ağır bir duygu. Bir abimi yitirmenin şaşkınlığı geçmeden, abisi olduğum bir başka sevgili insanın kaybı ile sarsıldım. Her iki güzel insan ve muazzam Fenerbahçeli İnal Batu ve Selçuk Yula, nur içinde yatsın!.
|