Osman TATLI
|
|||
![]() Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Eğitim Üzerine - Bertrand Russell | |||
![]() EĞİTİMİN AMAÇLARI İnsan ‘öğrenmeyi' neden ister? İnsan ‘ne' öğrenmek ister? Sorularını okuyucuya bırakmak istiyorum. Çünkü bu soruların cevabını bulamamış okuyucunun, eğitimin amaçlarını bilmesi kendisine bir şey kazandırmayacaktır. Hedefi olanların, istenen sonuçlara varması öncülerin tespitiyle mümkündür. Onun içindir ki Russell en iyi eğitimin nasıl olacağı konusunda kesin bir görüşe varmadan önce ne tür bir insan yetiştirmek istediğimiz konusunda bir anlayış geliştirme vurgusunda bulunmaktadır. Nitekim Hıristiyanlık, İslamiyet, Budizm gibi dinlerin yanı sıra; Kant, Nietzsche gibi filozofların ve ideolojilerinin var etmek istediği insan tipi farklı olunca ister istemez eğitim sistemlerindeki uygulamalarda değişkenlik arz etmektedir. Öğretilerin eğitim üzerindeki etkisinin yanında insanın doğasından kaynaklanan kişilik özellikleri de eklenince eğitim girift bir özellik kazanıyor. Dolaysıyla çözüm önerilerinde ve metotlarında sayıca patlama söz konusu oluyor. Amaç için kriterler belirtilirken daha önce pratiğe dökülen eğitim sistemlerinin menfi-müspet yönleriyle incelenmesi gerekir ki yanlışlarda tekrar oluşmasın. Russell, eğitimin amaçlarından önce geleneksel Çin eğitiminin, Japon eğitiminin amacını; İngiliz özel okullarındaki sistemin, Amerikan devlet okullarında uygulanan sistemin vb. eğitim anlayışlarının artı ve eksilerini sıraladıktan sonra ideal bir kişiliğin temelini oluşturan dört özelliği ele almıştır. Bunlar: canlılık, yüreklilik, duyarlılık ve zekâdır. Canlılık: Russell, canlılığı dış dünya ile ilgili olarak geliştirdiğini, canlılığı zihinsel olmaktan çok fizyolojik bir özellik olarak tanımlamaktadır. Eğer canlılık varsa, hoşa giden hiçbir şey olmasa bile yaşıyor olduğunu duymanın hazzı vardır. Bu durumda zevkler yoğunlaşır, acılar azalır. Bu duygu, her türlü olaya ilgi duymayı kolaylaştırır, böylece yansızlığı geliştirir bu da zihinsel dengenin gerekli bir öğesidir. İnsanlar kendi içlerine kapanma, gördükleri ve duydukları, daha doğrusu kendi dışlarında olan şeylerle ilgilenememe eğilimindedirler. Bu insanlar için kötü bir durumdur, çünkü bunun sonucu en iyi hallerde can sıkıntısı, en kötü hallerde ise melankolidir. Çok nadir görülen istisnalar dışında böyle kişiler yararlı da olamazlar. Russell canlılığı bu şekilde izah ederken, sosyalliğin merkezine canlılığı koymanın ötesinde üretkenliği dışa yönelik olarak değerlendirmektedir. Bunun ölçüsünü belirtmemektedir. Dinamiklik; hareketlilik, merak, sorgulamak ve araştırmaya dayalı ise yaşama dair çok şeyler ortaya konulur; ama biliyoruz ki duruşlarında, hareketlerinde ağır olan insanların yaşama bakışı ile dışa yönelik insanların hayata, insana karşı umursamaz tavırları, anlayışları tüketmeye yöneliktir. Bunlar daha çok kendilerinden kaçışın basitliğini yaşamaktadırlar. Önemli olan iç dinamizmin temel taşlarının oturtulmasıdır. Yaşama dair dayanakların onların canlılığı, dışa yönelik canlılıkla kıyaslanamaz. Russell'in bu iki sınır arasına da değinmemesi bir eksiliktir. İkincisi vakayı tespit etmek yeterli değildir. Vaka tespitinden sonrası önemlidir. Russell'in buna yönelik bir girişimi yoktur. Yüreklilik: Yürekliliğin birçok biçimleri vardır. Bunların üzerinde tek tek durmayacağız. Çünkü hepsi karmaşıktır ve tartışmalıdır. Sadece Russell'in yürekliliği, korkunun ekseninde izah etmesini değerlendireceğiz. Korkunun olmayışı bir şeydir, korkuyu denetim altında tutma gücü ayrı bir şeydir. Korkunun olmayışı da, korku akla dayandığı zaman ayrı şeydir, akıldışı olduğu zaman ayrı şeydir korkuyu akılla izah etmeye çalışmak pek sonuç vermiyor. Russell korku ve akıl bağlantısında ne kadar bunu çözümlemeye çalışsa da, korkunun kaynağını ve korkuyu aşmanın yollarını açıklayamamaktadır. Sadece korkunun oluşumuna dair ipuçları vermektedir. O da çocukların korkuyu yetişkinlerden kaptığını, yetişkinlerin korkularını gösterdiklerinin bile bilicinde olmadığını anne ve bakıcılardaki ürkekliğin telkin yoluyla çocuklara hemen geçtiğini, ikinci tespitinde ise babaların annelerini küçük görmesinden kaynaklandığını söylemesidir. Ve bu olmasaydı çocukların korkuya hiç kapılmamış olacağını, kadınların egemenlik altına alınmalarından doğan zararın hesaplanamayacak kadar büyük olduğu ifadesidir. Russell korkuyu genel olarak bu çerçevede ele almaktadır. Çocuklardan ziyade büyüklerin korku kaynağı ve sorunu üzerine eğilmemesi konun eksikliğini oluşturmaktadır. Vakanın tek yönünü ele almak çözüm için yeterli değildir. Russell yuvarlak cümlelerle korku, yalnız davranışlarda değil, duygularda da yenilmelidir, dedikten sonra duyguları kendi içerisinde bilinçli ve bilinçsiz duygular diye ikiye ayırıp korkunun ikisinde de yenilmesi gerektiğini söylemektedir. Russell bilinçli ve bilinçsiz duygudan neyi kastettiğine değinmemiştir. Hangi duygulardan bahsettiği anlaşılmadığı gibi, bu duyguların nasıl yenilmesi gerektiğine dair bir fikir de vermemiştir. Duyarlılık: Russell, duyarlılığı, yürekliliği düzeltici bir öğe olarak görüyor. Bunu da tehlikeleri algılamayan bir kişinin yüreklice davranması daha kolaydır, ama bu tür yürekliliği bazen bilinçsizliğe bağlamaktadır. Dolaysıyla duyarlılık duyularla ilgilidir. Ve duyarlılığı şöyle tanımlamaktadır: Duyarlılık bir insanda çok sayıda uyarılar, duygular yaratıyorsa, o insan duyarlıdır. Tabii geniş alanda düşünüldüğünde duyarlılığın iyi bir nitelik olmadığını, duyarlılığın iyi olması için duygusal tepkinin belli anlamda uygun olması gerektiğinin altını çiziyor. İstenilen duygu yoğunluğu değil, çok sayıda ve doğru nedenlerle zevk alacak ya da tepki duyacak biçimde etkilenmektir. Bu doğru nedenleri kendince açıklamaya çalışan Russell, doğruluğu akıl yoluyla açıklamaya çalışınca doğruluk her kişiye göre değişen, içinden çoğunluk tarafından kabul edilen davranışı benimsemektedir. Duyarlılığı bireye bırakmak kendi yeteneklerini bulması açısından uygun olsa da birey tek başına kendini kanalize etme sorunu yaşayacaktır. Çocuğa iyi ve kötünün ne olabilirliği öğretilebilir ancak duyarlılık duygusunu kazandırmak yanlışı ve doğruyu öğretmekten çok ama çok zordur. Duyarlılığı kazandırdıktan sonra koşulların ağırlığı karşısında duyarlılık nasıl ne kadar diri tutulur gibi sorular başlı başına ayrı konulardır. Kültürün ve önyargıların duyarlılığı yönlendirdiği gerçeğini Russell de yadsımıyor, kişisel ilişkilerinde çok yumuşak ve nazik olan bir kişi, savaş kışkırtıcılığından ya da 'geri kalmış' ülkelerin çocuklarına işkence yapılmasından gelir sağlıyor olabilir. Duyarlılığın evrenselliği yoktur. Salt benliğe hitap eden duyarlılık kişisel gelişim ve kültüre katkıda bulunabilir ama erdem ve ahlak için bundan daha fazlasına ihtiyaç vardır. Zekâ: Yunanlılar zekâyı ön plana çıkardı, kilise ‘günah' eksenli erdemli davranışları benimsedi, Uzakdoğu ise mistizmi hayata geçirdi. Görüleceği üzere insan bütünlüğü göz ardı edilerek zekâ tek başına ya alınmış ya da bir kenara bırakılmıştır. Hâlbuki zekâ ve erdem birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Birinin yokluğu eğitim anlayışını yarım bırakır. Temeli ayakta tutan önemli bir kolonun yokluğu eğitimde büyük gediklerin oluşmasına neden olur. Dolaysıyla zekâ ve erdem arasındaki dengenin kurulmasına dikkat edilmelidir. Zekânın, bilgiyi ediniş tarzının yanında bilgiyi kullanma kabiliyeti de önemlidir. Doğmalardan, önyargılardan arınmış bir zekânın, bilgiyi kendi içerisinde sistemleştirmesi, bilgiyi kullanması gereken yerde kullanabilme yeteneği kazanması gerekir. Zekâ bir bilgi deposu değildir. Okyanus misali birçok şeyi barındırma özelliğine sahip zekâ, niteliği ön plana almalıdır. Zihnin temelinin merak olduğunu düşünürsek, komşunun dedikodusuyla ya da şekilci anlayışla yoğrulan zekânın yanında erdem üzerine, insana ve hayata dair yoğrulan zekâ arasında fark olmalıdır. Russell, gerçek anlamda merakın gerçek bir bilgi sevgisinden kaynaklandığını eşyayı okumanın ancak bununla gerçekleşebileceğini vurguladıktan sonra merakın ölmesiyle etkin zekânın da öleceğini belirterek yerinde bir tespit yapmıştır. Canlı, yürekli, duyarlı ve zeki insanlardan oluşan toplumun insanlarının mutlu olacağı, farklı olacağı şüphesizdir; ancak bugün mutsuzluğun temelinde sağlıksız toplum; yoksulluk ve doyumsuz bir cinsel yaşam yatmaktadır. Amaç farklılığı da bu gidişatı etkilemiştir. Önceliği bedensel ihtiyaçları üzerine kuran modern insan maddeyi elde edince mutlu olacağı zannına kapılmıştır. Huzuru maddeye uzak olmakta görmektedir. Şu anda var olan eğitim anlayışının daha çok para kazanmak, koltuk sahibi olmak ve konforlu bir yaşam tarzını yakalamak gibi bir amacı vardır. Zihinlere rahat yaşam arzusu şartlanmışlığı yerleşince insanlardan farklı bir tutum beklememek gerekiyor. Eğitim anlayışını bu dört temel üzerine inşa eden Russell, daha sonraki bölümlerde - Kişilik Eğitimi ‘Korku, Oyun ve Hayal, Doğruluk, Bencillik ve Mülkiyet...', Zihinsel Eğitim ‘On Dört Yaşından Önce Öğretim Programı, Son Okul Yılları, Üniversite...' ileri sürdüğü tezinin analizini yaparak felsefesini sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. Eğitimcilerin, Batı'nın eğitim sisteminin dünden bugüne gelişim analizi için ‘Eğitim Üzerine' adlı eseri gözden geçirmeleri gerekir. Çünkü bu, gerçekten okunması gereken bir eser niteliği taşımaktadır. Şu anki eğitim anlayışımızı Batı'nın eğitim anlayışından soyutlayamayız. Tanzimat'tan bugüne eğitimdeki reform adına yapılan taklitlerin kaynağının bilinmesinin gerekliliğini her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. Osman Tatlı [email protected] |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2014-04-04 | |||
|
|||