Bu sayfadaki içerik, Adobe Flash Player'ın daha yeni bir sürümünü gerektiriyor.

Adobe Flash player Edinin


GÜNDEM POLİTİKA DÜNYA EKONOMİ SPOR 10 Kasım 2015
Ahmet GÜRBÜZ
Ahmet GÜRBÜZ kimdir?

Email: [email protected]
  YAZARIN SAYFASI
Yüz yıllık kelepçe ve uzun adam
Tam Yüz yıldır bekledik, iki yakamız toplanmış, gömleğimiz yırtılmış, ayaklarımız nasırdan çatlamış bir halde tam yüz yıldır. Yüzümüz gülmeden, gözümüzün yaşı dinmeden bekledik, bekledik durduk.
Üzerimizde toplanan kara bulutların korkusuyla hep göklere baktık derin derin. Endişelerimizi içimize gömdük çocuklarımız duymasınlar diye, sahte gülücükler suratımızda sırıttı lakin düşmanlarımız sevinmemeli idiler.
Bir vadinin bir uçurumun kenarında tam yüz yıl düşme korkusuyla yaşadık. Geriye çekilemiyorduk ileriye bakıyor, bakmak zorunda bırakılıyorduk. Tam yüz yıl korka korka uçurumla terbiye olduk dile kolay tam yüz yıl.
Ekmeğimizi, toprağımızı, çocuklarımızı çaldılar, boynumuzu bükdük, bileğimizi bükmüşler zorla kafamızı düşmanın pis nefesini koklamamız istenmişti, katlandık, istemesekte, gelecek nesiller adına gelecek umutlarımız aşkına kokladık pis nefeslerini ama ümidimizi hiç yitirmeden, bir askerin nöbeti edası ile bekledik, bekledik, bekleşip durduk.
Tarihimize karalar çalındı ses veremedik, Ak sakallı dedelerimiz darağaçlarında can verdi.
Ne için diye sorma çok utanıyorum. Çünkü onlar sadece inanmışlardı da o yüzden sadece inanmışlardı lakin bunu bize reva görenler  bu dilden anlamıyorlar bu dilden korkuyorlardı. Bunu bize reva görenler asarak, darağacında sallandırarak bize korku veriyorlardı. Onlar öldüler lakin onlar bir can verirken biz bin can veriyorduk gel gör ki can bedenden çıkmıyor, sesimiz kısık duyulmuyordu. Onlar ölünce kanatlanıp cennete kanat çırparken bizler kendi öz vatanımızda demir külçelerin hem öyle bir külçe ki tarihin bütün paslarını üzerimize boca ediyorlardı. Biz bekliyorduk Eyyubun sabrı ile yarının bağrında ne sakladığını bilmeden sadece bekliyorduk. Elimiz yüzümüz karalara bulanmış, pasa bulanmış bir halde bekleşip duruyorduk.
Zaman bizim için adeta donmuştu.
Dünya koşuyor, aya yürüyor, bilim marsa yol arıyordu. Bizse devrimlerin marşlarını söylüyor, icad edilen kurtarıcının kabrini tavaf ederek kalkınmaya çalışıyorduk.
Aslında kalkınmıştık, büyük tarihimizi sırtımızdan atmış hafiflemişti yükümüz, büyük dinimizi düşman belleyip irtica yaftası ile caminin içine sıkıştırmıştık. Artık sokaklar daha bir neşeli, caddelerimiz daha bir tek tip olmuş insanlarla düzene girmişti.
Ekmeğimizi alanlar bunla yetinmemişler dünümüzü çalmakla yetinmemişler geleceğimizi de çalmak için planlar yapıyorlardı. Bunu biliyor lakin gücümüz yetmiyor sabırla bekliyorduk.
Yüz yılda oynanmayan ne ekmeğimiz, ne ceddimiz, ne geleneğimiz, ne harflerimiz, nede dilimiz ve dinimiz kalmıştı. Her şeyimizle oynadılar. Bizi dönüştürdüklerini, bizi kendimize, tarihimize, dinimize, dostlarımıza yabancılaştırdıklarını düşünüyorlardı. Haklıydılar tam yüz yıldır en acımasız yöntemlerle üzerimize gelmişler ve her bir gelişmiş yöntemi üzerimizde denemekten çekinmemişlerdi. Her halde sonuç almak hakkımız diye düşünmüşlerdi.
Bir daha bu millet, bu devlet, bu din geçmişteki saffetine bu topraklarda kavuşamayacak büyük medeniyet yürüyüşünü bırakıp batıya eklemlenecek diye bekliyorlardı, haklıydılar çok emek sarfetmişler idi.
Bin yılda pişen ak aşı beğenmeyenler yüz yıldır pişirdikleri kara kapkara aşlarla nasıl bu milleti ikna etmişler di, yada edebilmişler mi idi?

Bir adam çıktı mazlumların yanından uzun bir aradan sonra, uzun bir adam.
İtiraz etmiş lakin hemen hapse atıp hesap sormuşlardı.
Hoop demişler bu memleket sahipsiz değil diye efelenmişlerdi.
Lakin bu memleket, bu topraklar bu habis aşıyı bir türlü içselleştirememiş bünyesinin dışına atmıştı.
Artık bunca çabadan sonra geldikleri yeri gören zavallı ithal saksı fideleri bodurluğa razı olmuşlar ve zoraki pes demişlerdi.
Zaman geçmiş devir değişmişti.
Yüz yıldır ekilen habis tohumlar cılız kalmış bin yıldır bu topraklarda yetişen çınar kesildiği köklerinden filiz vermişti.
Bu habis tohumları yeşertmeyen bu topraklar bin yıldır bağrında yetiştirdiği çınarın kesilmiş gövdesinden yeni filizlere durmuştu.
Uzun bir adam çıkmış gür sesi ile naralar atmaya başlamıştı. Bunca eziklikten sonra ilk defa, Yüz sene sonra ilk defa bir gür ses çıkmış ve kötülenen geçmişe atıflar methiyeler dizmeye başlamıştı.
Uzun adam gür sesi ile ezan okuyor, kamet getiriyor namaz kıldırıyordu.
Uzun adam dur durak bilmiyordu. Milletin yüz yıl önce yırtılmış gömleğini onarıyor, yakasını temizliyordu. Nasırlı ayaklara deriden ayakkabılar giydiriyordu.
Uzun adam durmak yok yola devam diyor hem kendi koşuyor hemde peşinden insanları koşturuyordu. Bir millet adeta küllerinden yeniden doğuyordu. Yüz yıldır öne eğilmiş başlar gururla yeniden kalkıyor, yüz yıldır yüzlere sürülmüş kara lekelerden kurtulmanın sevinci ile yüzler parlıyor ve gülüyordu.
Uzun adam sağına ve soluna bakıyor nerede bir mazlum varsa sıcak kanatlarının altına alıyordu. Bütün dünya bitti dedikleri yerden kalkan bir millete şaşkın şaşkın bakıyor Uzun adam daha yolun başındayız diyerek düşmana korku salıyordu.
Uzun adam geçmişe bakınca tarihe yapılan zulme hayıflanıyor, Ömer, Osman, Ali ve Ömer b. Abdulaziz gözünde canlanıyor, Ah, Ah,iniltileri Kabilden, Bosnadan,Kudüsten, kahireden, Mekke den ve dünyanın dört bir yanından duyuluyordu.
Uzun adam davudi sesiyle Kur'an okuyor, Dili, yüreği, gönlü ve gözü okuduğunu hissediyor, göz yaşı Somaliyi, Myanmarı, Sudan ı suluyordu.
Uzun adam Türkiye diyor lakin üstüne basa basa Yeni Türkiye diyor. Eskisi belli tanıyoruz lakin yenisi nedir, nasıldır diye soruyorlar. O ısrarla yeni Türkiye diyor, diyor da dost umuyor düşman korkuyor.
Uzun adam saçlarına ve bıyıklarına düşen aklarla hala dimdik koşuyor. Geceler gündüz olmadan durmak yok yola devam diyor. Ülke ayağa kalkmış yeni bir medeniyete selam duruyor.
Uzun adam, Köprüler, barajlar, hızlı trenler, fabrikalar nükleer santraller yapıyor sabredin dokuz sene sonra dünyanın Onuncu ekonomisi olacağız diyor. Uzun adam inanıyor ve inandırıyor.
Uzun adam mazlum millete kürsüden bakıyor ve haydin daha yürüyecek çok yolumuz var diyor. Yolumuz uzun ve kavi yüz yıl bekletildik, yüz yıl tutulduk, yüz yıl prangalara mahkum edildik, yüz yıl. Şimdi prangaları kırmanın ve aslına dönmenin vaktidir. Ezeli olana tutunmanın kopan bağları yeniden kurmanın, hakikate dönmenin vaktidir diyor.
Uzun adam yürümüyor, koşuyor. bütün engellere ve bütün engellemelere rağmen. Yüz yılı çalınmış millet dünü kaybetmenin acısı ile uzun adamın etrafında geleceğini çalınan geleceğini arıyor. Uzun adam gelecek bizim elbet bizim diyerek yanık gönüllere su serpiyor.
Uzun adam yürümüyor koşuyor, yüz yılı çalınmış millet uzun adama bir şey olur mu diye korkudan duaya duruyor. Millet mağdur ve mazlum olmanın Huda yanında yakınlığı ile "Allahım sen uzun adamı koru ve onu yanlışa düşmekten, şaşmaktan, yarı yolda kalmaktan sen koru , sen onu  mahcup etme, mahcup etme"
Uzun adam göğe bakıyor, yüz yıldır asılan ak sakallı dedelerin, zindanlarda tutsak edilen yiğitlerin, okullardan kovulan başörtülü kızların gözlerinden düşen yaş onun yanaklarından süzülüyor.
Uzun adam halısı bile olmayan Fatma ninenin kiliminin üstünde çorba kaşıklıyor.
Uzun adam durmak yok yola devam diyor. Yüz yıllık birikmiş sorunların altından kalkmaya ve geleceği kurmaya çalışırken, birden bir şeyler oluyor, bir şeyler oluyor herkes şakın olan şeye inanamıyor.........Yıl 2014 uzun adam çatlamış ve kırılmış tarihin üstünde milletine bakıyor.....



   
2014-04-06
YORUM YAP
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayına verilecektir. Uygun görülmeyen yorumlarınız yayınlanmayacaktır. Yasal zorunluluk olarak yorum yapan ziyaretçilerimizin IP bilgileri kayıt altına alınacaktır. Teşekkürler...

  YORUMLAR 1 sayfada toplam 1 yorum
Mustafa İspiroğlu
2014-04-06 12:23:10    ip: 78.172.240???
zevkle okudum. Duygu yüklü çok güzel bir yazı kaleme almışsın eline diline sağlık
.......................................................................................................................................................................
1
yazarın diğer yazıları