Ahmet GÜRBÜZ
|
|||
Ahmet GÜRBÜZ kimdir? Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Nefret dilinin arkasındaki sır | |||
Bir nefret dili kınamasıdır aldı başını gidiyor.
Hemen herkes nefret dilinin sakıncalarından bahsediyor lakin şikayet edenlerde nefret dilini kullanmaktan bir türlü vazgeçmiyor. Herkes hasım olarak gördüğü şahsa, kişiler ve kurumlara en ağar hakaretlerde bulunuyor ama söz konusu şahsın kendisi yada kurumu olunca da hemen karşı tarafı şikayete ve suçlamaya başlıyor. Neymiş efendim, Kendilerine karşı nefret dili kullanılıyormuş. Nefret dili suçlamasının mağduru olduklarını ifade edenler muhataplarına karşı daha insafsız ve daha saldırgan bir dili kullanmaktan çekinmiyor. Bir taraftan mağdur ediyor haksızlık yapıyorlar diğer tarafın kendilerini savunmaları karşısında da hemen suçladıkları insanlara insaf çağrıları yapıyorlar. Nedir peki nefret dili? Birisinden yahut o kimsenin yaptıklarından rahatsız olan kimsenin rahatsızlığını en kesif bir şekilde ifade etme şeklidir. Peki günümüz Türkiyesin'de yaşanan son hadiselere konu olan nefret dili söylemi yada suçlamalarının izahı nasıl yapılmalı? Burada sadece yapılan bir fiilden dolayı duyulan bir rahatsızlığın ötesinde daha başka bir şeyden daha bahsetmek lazım. Nedir o şey dediğimizde? Rahatsızlık duyulan şahsa olan güvenin temelden sarsılmasından dolayı ortaya çıkan güven bunalımının verdiği tiksindirici bir halet-i ruhiyyenin dile yansıyan yanı ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Siyasetin doğasında var olan, iktidar ve güç savaşları sonucunda tarafların bir birlerine karşı kullandıkları kırıcı bir dilin olması halk tarafından hasımlar adına bir nebzede olsa maruz görülebilir. Hatta kırıcı bir dilin kullanılması bazen siyasette taraftarların hoşuna da gidebilir. Siyaseten taraftarlarının saflarını sıklaştırmasını da temin eden bir faydada umulabilir. Siyasi rekabette olanların öteden beri hasımlarını yenmek için dilin dozunu ayarlayamaması bilinen ve toplum tarafından kanıksanan bir durumdur. Fakat medeni toplumlarda ve şehir hayatının yaygın yaşandığı ülkelerde menfaat üzerine, çıkar ilişkisi üzerine kurulmuş, örülmüş toplumlarda bu dilin ürettiği kamplaşmalar taşınabilir olmaktan uzaktır. Toplumun her gün daha derin hatlarla ayrışıyor oluşlarının sosyal, ekonomik, dini, kültürel ve siyasal sonuçları kaçınılmazdır. Ortaya çıkan ayrışmanın toplumu oluşturan bütün katmanlarının geleceğini tehlikeye attığı ise gözden kaçmaması gereken en önemli husustur. Ortak değerlere sahip olan toplumların büyük ortak idealleri vardır. Bu ideallere sahip toplumlar büyük millet olmayı hak ederler. Büyük millet idealine sahip olan kişiler ise kişisel menfaatlerini değil ideallerini öncelerler. Bu gün dünya ya nizam vermeye namzet milletler dünde tarihin baş aktörleri değiller midir? Tekrar konumuza dönecek olursak, Türkiye'de son bir kaç senedir nelerin olup bittiğine bakarak nefret dili retoriği üzerinden saflara ayrışmış grupların aslında neyin mücadelesini verdiğini veya hangi büyük hedeflerin parçaları olduğunu anlamaya çalışalım. Türkiye yakın ve uzak geçmişinde Tarih sahnesine çıktığı ilk günden beri dünya Milletleri nezdinde en başat rolü icra etmiş ve bu uğurda en saygın devletler kurmayı başarmıştır. En son Osmanlı Devleti ile bütün dünyaya yön vermiş büyük bir medeniyeti inşa etmiş ve 1. dünya savaşının sonucunda tarih sahnesinden çekilmiştir. Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyyeti devleti Osmanlı ideallerinden kopmakla varlık bulma iddiasında siyasetini yürütmüş ve hasımları olan batılı devletlerce de hep kollanmıştır. Batılı devletler tarafından kontrol edilmeyi ve onların kanatları altında varlık bulmayı içine sindirmiş kadrolar zamanla halktan kopmuş ve halka ve değerlerine tamamen yabancılaşmışlardır. Halkın kendi değerlerine sahip çıkan ve geçmişte taşıdıkları idealleri savunan siyasetçileri seçmesi ise hep bu seçkin azınlık tarafından alay ve nefret konusu olmuştur. Kurulduğu günden beri dizginlenen halk, geçmişin saffetli günlerine öykünüyor ve siyasette misak-ı milli sınırlarını aşan dili kullanan siyasetçilerin peşinden koşuyordu. Geçmişte olduğu gibi dünyanın özne ülkelerinden biri olmaya talipti ve bu talebi dillendirenleri iktidara taşıyordu. Bu anlamı ile ülkenin kurucusu olduğunu iddia eden chp ve onun etrafında şekillenmiş sol gruplar ülke içine sıkışmış bir siyaseti benimsiyor, Yurtta sulh cihanda sulh gibi içi boş cümlelerle siyaset yapıyorlardı. Geçmişten ve geçmişin bütün değerlerinden kopan chp dolayısı ile halktan da kopmuş oluyordu. Halkın kendilerini neden desteklemediklerinden yakınıyor ve halkın geçmişe ve değerlerine öykünmesinin siyasi sonuçlarını bir türlü anlayamıyorlardı. Halkın kendilerine yönetimi vermediğini anladıkça hırçınlaşıyor ve dilleri keskinleşiyordu. Bir sabun gibi devletin ve iradesinin başka yönlere kayıyor oluşu karşısında hissettikleri çaresizlik ve yaşadıkları histeri hali dillerine yansıyordu. Diğer taraftan ülkenin dini değerlerine yaslanarak sadece Türkçü söylemlerle siyaset yapan mhp ise tarihin taşıdığı derinlikten sözüm ona bahsediyor lakin izlediği Turancılık siyaseti ile kendisini sınırlıyordu. Kabileciliğin getirdiği bütün ilkel kodlar istemeseler de kendilerini sınırlandırıyor, idealist gençlere sınırları aşamayan siyasi perspektifler sunmanın ötesinde bir şeyler veremiyorlardı. Kemalist chp nin iktidarda olduğu yıllarda açtığı yaraların başında gelen Kürt sorunu onların sınırlarını tümden daraltıyor kabilecilik kodları ile yapılan siyasetin bütün mahzurlarını taşıyorlardı. Yaşanan sıcak çatışma ortamı kendi tabanını sıkı sıkıya bağlıyor lakin bu korku siyasetinin kendilerini de bir gün vuracağını hesap edemiyorlardı. Bütün bu kırık ve yaralı bilinçle siyaset yapan grupların yanında birde İslamı referans alarak yola çıktığı iddiasında olan bir milli görüş hareketi vardı. Zamanla tarihe öykünmekten kaçınmayan, batıya meydan okuyan, islam kardeşliğinden bahseden bu hareket tamda halkın yıllardır bastırılmış hissiyatlarına tercüman oluyordu. Ülke içinde yaptığı hamlelerle din-devlet-halk kaynaşmasını temine yöneliyor, imkanları çerçevesinde bütün dünya mazlumlarına kucak açıyor, yerli üretimi teşvik ederek milli kalkınma modellerini siyasetin gündemine taşıyordu. Mevcut AKP iktidarının on yıl gibi kısa zamanda halk-devlet-din kaynaşmasının getirdiği başarılı terkip halkın daha çok teveccühünü kazanmasına neden oluyordu. Halk değerleri üzerinden yapılan ve misak-ı milli sınırlarını aşan siyasete olan özlemini yapılan her seçimde oylarını iktidar partisinden yana kullanarak tercihinin nerede olduğuna işaret ediyordu. Halkın içinden çıkmış ve halkın hissiyatını en iyi bilen mevcut kadrolar halkla aynı hissiyatın paylaşılıyor olmasının getirdiği siyasi avantajla her geçen gün büyüyordu. Bu büyümenin getirdiği karşı taraftaki rahatsızlık ise dilin ağarlaşmasına hatta düşmanca bir dilin seçilmesine kadar varıyordu. Suçlamalar, iftiralar, kirli ittifaklara kadar iş vardırılıyordu. Bazen bu hırçınlık dış güçlerin alışıldık ve bilindik destekleri için milli menfaatları bile göz ardı etmelerine neden olacak gözü karalıklara kadar işi vardırılabiliyorlardı. Bütün bunlarında yanında halkın içinden büyük umutlarla çıkmış ve halkın hissiyatına tercüman olacak dünya çapında işler yapan hizmet hareketi vardı. On yıl boyunca mevcut iktidarla organize bir şekilde çalışmış ve hemen herkesin gönlünü kazanmayı becermişti. Her şey halkın istediği ve yıllardır özlemini çektiği güzel günlere doğru ilerlerken birden cemaat elindeki bütün gücüyle hükümetin karşısına geçmiş ve muhaliflerinden daha şiddetli bir şekilde hükümeti vurmaya başlamıştı. Halk ne olduğunu anlamaya çalıyordu. Cemaat hükümeti elindeki bürokrasi ve medya gücüyle vuruyor, muhalif bütün gruplarla işbirliği yaparak halkın derin şaşkınlığa uğramasına neden oluyordu. Tamda burada cemaat doğası gereği dinin içinden eleştiriler getiriyordu. Eleştirilerin dozu ve dili, katlanılması güç ağarlıklar içeriyordu. Firavunlar, harun olarak yola çıkmak ve Karun olmak gibi din dilinin kullanılacak en ağar ifadeleri ile hükümet ve başındakiler vuruluyordu. Hatta beddualar ediliyor ve hizmetin yıllardır bilindik hoş görü ve diyalog çağrıları ile halka dönük yüzü mevcut iktidardan en katılığı ile esirgeniyordu. Bunun karşısında yer alan iktidarda eleştirilerinin dozunu artırmış ve ihanete uğramış olarak halka durumu izah ediyor, haşhaşiler, ajan, yalancı din alimi diyerek karşı tarafı en ağar bir şekilde eleştiriyordu. Hatta seçim meydanlarında inlerine gireceğiz diye cemaatle mücadeleyi hedeflediklerini halka anlatıyor ve halktan bu uğurda kendilerine destek olunması çağrısında bulunuyordu. İpler kopmuş cemaat-iktidar ayrı siyasi yelpazeler de yer almaya başlamıştı. Hakem halk olacaktı. Seçimler yapıldı her kes söyleyeceği sözün en ağarını hem meydanlardan hemde medyanın bütün araçları vasıtası ile söyledi. Dil gerçekten çok ağardı ve ötekileştirici idi. Üstelik çok kırıcı idi. İslamın içinden konuşuluyor lakin islam adabına uymayan bir dil ve yöntemler kullanılıyordu. Halk seçim sandığında tarihin gizli koridorlarından bir türlü çıkamayan derin şuurunun harekete geçmesini istiyordu. Bu şuur tarih sahnesine bir özne olarak yaniden çıkma talebi idi ve bunu Başbakanın nezdinde bulmuş buna inanmıştı. Seçim sandığına gittiğnde kimin ne söylediğine bakmadan bu hedefleri doğrultusunda tercihini yaptı. Bugün bütün muhalifler tarafından bilinmelidir ki, Bu toplum yeniden tarihin sahnesinde bir özne olarak var olmak istemektedir. Türkiyeyi misak-ı milli sınırları içerisine hapsetmeyi düşünen bütün düşüncelere ve siyasi projelere sırtını dönmüş ve manevi değerleri ile kucaklaşan büyük ideallere sarılarak büyük millet olma yolunu tercih etmiştir. Bu milletin şuur altı harekete geçmiştir ve bundan sonraki siyasi hayatı belirleyen bu şuur olacaktır. Siyaset sahnesinde var olmayı düşünenler yada başarı umanlar bu şuuru dikkate almadan siyaset yaptıklarında bilsinler ki halkı yanlarında bulamayacaklardır. Bir başka hususta bu uğurda hizmet eden bütün kurum ve kuruluşlarda bu gerçeği göz ardı ederek varlık bulamıyacaklarını bilmelidirler. Büyük hedefe hizmet edildiği oranda halk bu kurumları sahiplenecek aksi takdirde kaderlerine terk edeceklerdir. Nefret dili retoriği bu anlamda bir kez daha muhataplarınca bu minvalde ele alınmalı ve herkes durduğu yeri yeniden gözden geçirmelidir. Unutulmamalıdır ki, halkın yüksek mefkuresine yaklaşma becerisini elde etmiş kişi yada gruplar şahsi menfaatlarını bırakacak ve yüksek mefkure dairesine yaklaştıkça ve onun içine girme becerisi elde ettikçe dil kendiliğinden değişecektir. Halka ve değerlerine yabancı olanlar ve halkı sadcee kendi istedikleri kalıplarla şekillendireceklerini düşüneneler bu dilin zebunu olmaktan kurtulamayacaklar ve devamlı dış tesirlerin kontrolünde olmak zorunda kalacaklardır. Büyük tarihin, büyük medeniyet şuurunun içinde kalabilenler, halk ile el ele hedefe yürürken bunun dışında kalanların varlıklarını marjinalleşerek devam ettirdiklerini, şikayet ettikleri dili ise hep kendilerinin kullandıklarına şahit olacağız. |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2014-04-17 | |||
|
|||