Bu sayfadaki içerik, Adobe Flash Player'ın daha yeni bir sürümünü gerektiriyor.

Adobe Flash player Edinin


GÜNDEM POLİTİKA DÜNYA EKONOMİ SPOR 06 Temmuz 2014
Osman TATLI
Osman TATLI kimdir?

Email: [email protected]
  YAZARIN SAYFASI
İlişkiye anlam vermek
Bir düşüncenin, ideolojinin ya da kitabın bizi kuşatıp, içine çekebilmesi ruh halimizle ilgili bir durumdur. İçinde bulunduğumuz arayışı, zihnimizi meşgul eden soruları, sosyal hayatımızda tıkandığımız anlarda bir kitabın önümüzü aydınlatması ve aradığımız çıkış yolunun üzerinde durması gerekir. İşte bu noktada kitap bize sesleniyorsa, o kitap güzeldir, gereklidir. Yaşadıklarımızı anlatmıyor ve ihtiyaçlarımıza cevap vermiyorsa kitabın bizim için pek önemi yoktur. İnsanlarda bu anlayış hakim olduğundan kitabın güzelliği göreceli bir konum oluşturmaktadır. Dolayısıyla yazar, eseriyle insanların genelini kuşatacak konuları barındırmalı ve bunu farklı bir üslupla okuyucusunun karşısına çıkarmalıdır ki, kitap değer kazansın.

İşte, özel hayatıyla değil, düşüncelerinin derinliğiyle ve sadece nitelikli okuyucusuyla beraberliğini sürdüren Oruç Aruoba, birçok insanın tıkandığı, çıkmaza düştüğü, sürekli emin olduğu ama bir o kadar da yanılgıya düştüğü bir konuya 'İlişkiler'e değinen Aruoba,yıllar süren bir yazma eyleminden sonra okuyucusunun karşına 'İLE' kitabıyla çıkmıştır.

Metis Yayınları'ndan çıkan iki yüz yirmi sekiz sayfalık 'İle' kitabında Oruç Aruoba, üç bölüm halinde düşüncelerini dile getirmiş:

 ÖNCE

Aruoba duyguların, düşüncelerin dağınıklığı; ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı ve kararsızlığıyla olsa gerek, kitabın genelini de içine alacak şekilde sayfalarda hayli boşluklar bırakmış. Bu boşlukları okuyucunun ve seslendiği muhatabının doldurmasını istemektedir Aruoba... Kitaptaki yazıların bir bölümü günlük özelliğine sahipken diğer bölümlerde ise sevgiliye hitap eden kısa kısa yazılardan oluşunca, Aruoba'yla beraber konudan konuya kesik kesik değinilerle geçiyoruz. Konular kesik kesik dediysek de öyle okunup geçilecek türden değiniler değil, her değini ilişkilerin püf noktalarına, yaşanmışlığın izleriyle adeta zihinde soru işaretleri bırakarak ilerliyor.

Konu, ilişkilerin öncesi olunca, doğal olarak Aruoba, içtenlikten uzaklaşıp, dolambaçlı yollarla ilişkilerimizde yer alan sahtekârlıklara dair bir söylemle başlıyor yazısına. Aruoba, sevgiliye ve kendine dair tuttuğu deftere yüreğini yavaş yavaş açarken, ilişkilerde içtenliğin zor bir iş olduğuna, konuşmanın sahteliğine, yapmacıklığa değindikten sonra ilişkinin geçiciliğe açık olduğunu; ama yazının bundan uzak kalan tek şey olduğunu üzerine basa basa dile getirmektedir.

Konu içtenlik olunca, güven duygusunun gerekliliği genelde karşımıza çıkmaktadır. İçtenliği, güven duygusunun gerekliliği olarak görür. İçimizdeki sahtekârlığı, kuşkuyu, tereddüdü öldürmeye çalışırız. Ancak Aruoba güven kavramını kullanmak yerine ‘Bilinçli kuşkulanmama' tabirini kullanmayı tercih etmektedir. Bunun nedeni ise, 'Güvenin saf ve güçsüz olmasıdır. Ve güven düşünülmemiş bir şeydir, kendiliğinden olur, vardır ya da yoktur. Kuşkulanmama ise bilinçlidir. Kuşkulanmamadaki bu bilinçliliğin kaynağı, düşünülerek ve her seferinde yeniden düşünülerek bulunulan bir eylem olmasıdır.' Güven ile kuşkulanma arasında böyle bir ayrım yapan Aruoba, ilişki kör güven değil, bilinçli kuşkulanmamadır dese de verdiği örneklerin pek anlaşılır bir tarafı yoktur ki şöyle: Kendisini aldatan, atlatan yahut en azından kendisinden gizlenen bir şeylerin karşısında senaryolar yazdığını, güvenini yitirdiğini, yitirilen güvenin sonsuza kadar geri gelmeyeceğini bunun üzerine aldığı karar sonunda 'onun sözlerine inanacağım' dediğini, bundan sonra birçok şeye güvenmediğini ama kendisine ona inanması ve ondan kuşkulanmaması gerektiğini söylemektedir.

Şimdi bu olay örgüsünde Aruoba, karşı tarafında bazen söylemek istemediği şeylerin olabileceğini ve söylenmemesinin normal karşılanması gerektiğini ve böyle durumlarda buna göz yumulup, kuşkulanmamaya devam edilmesi gerektiğini söylüyor. Peki, güvenimizi sarsan, duygularımızı yaralayan başımızdaki sevgili dahi olsa, kendimizi ne kadar rahat hissederiz? Karşı tarafın içtenliğine hâlâ inanır mıyız? Nasıl bir teslimiyet ki güven yitirildiği halde ilişkiyi sahiplenmeyi gerektiriyor? Çünkü güvensizlik kuşkuyu yaşatır. Yaşanan rahatsızlık birlikteliğin temelini boşaltıp, ilişkiyi bitirir. Dolayısıyla bir insanın hayatımızdaki yeri hislerimizde bıraktığı intibadır. Duygular rahat değilse, sürekli bir şüpheyi barındırıyorsa, karşı tarafla paylaşım yitirilir. Onun için bu sevgili dahi olsa, çaresizlik bizi karşı tarafa mahkûm etmemelidir. Aruoba'nın güven ve kuşku arasındaki tanımları doğru olsa da üzerinde uyguladığı örnekler çerçevesinde paylaşılması ve uygulanabilirliği zor bir düşünce gibi görünmektedir. Aruoba'nın burada tamamen duygusal davrandığını düşünüyorum. 

Aruoba, duygusal çatışmaları çok iyi yakalayan bir yazar olmasının yanında bunları ifade etme rahatlığına da sahip. Vurguladığı temalar, birçok insanın evet, ben de bunları hissediyorum veya bunları yaşadım diyebileceği tarzda. Özellikle birinci tekil şahıs kullanarak, bunu rahatlıkla pekiştiriyor. Örneğin: '...Seni bütünüyle kendime istiyorum; ama senin özgür olmanı, bağımsız olmanı da istiyorum. Bana bağlı olmanı; ama benden bağımsız olmanı...' , 'Güzeldi ve değerliydi yaşadıklarımız; kendilerine layık birer yer bulacaklar. İkimizin de yaşamda; hüzünleri eksik olmayacak, ama olsun olacaklar ya!...' 'Arada bir seni aramak geliyor içimden, ama bu isteği bastırıyorum. Senin beni araman gerek. Nedenini biliyorsun...' 'Yalnız olmaktan acı çekiyorum, yalnız kalmış hissediyorum kendimi' ve uzayıp giden yaşanmışlara dair kısa anekdotlar. Sanırım Aruoba'yı farklı kılan, durum tespiti yaptırıp, okuyucuyu düşüncelerle baş başa bırakmak, okuyucunun kendini görmesini ve karar vermesini sağlamaktır.

İLİŞKİ DEFTERİ

 İlişki defteri Aruoba'nın, kendisiyle hesaplaştığı, ilişkiye dair öz eleştirilerinin en yoğun olduğu bölüm.

Aruoba, bir önceki bölümde takındığı okuyucuya seslenme tavrına bu bölümde daha sık başvurmuş. Yazıların yarım-eksik bırakılmasının nedeni olarak şunları söyleyebiliriz: Aruoba, okuyucuya seslenerek, okuyucunun kitaptan kopmamasını, dalgınlığını önlemek için araya girip, okuyucuya, neyi kaçırdım dedirtip, dalgınlığı esnasında kaçırdığı bölümleri tekrar okumasını sağlamak ya da ey okuyucu ben tıkandım, ben de işin içinden çıkamadım, sen başının çaresine bak diyebileceği gibi, okuyucu bak, buralar konunun can alıcı yerleridir. Dikkat et, üzerinde tekrar düşün, demeye getirebilir. Neden, ne olursa olsun bir yazarın, okuyucu ile metin arasına girmesi doğru değildir. Böyle bir durum, yazarın okuyucusuna güvensizliğini gösterir. Yazarın anlaşılma uğraşı içine girmesi de kendine olan güvensizliği gösterir. Ne olursa olsun okuyucuya yazar tarafından öneriler sunulması, okuyucunun özgürlüğüne sınırlandırma getirmektir...

Aruoba'nın, ilişki nedir? Sorusuna verdiği 'birlikte bir şey yapmak' cevabıyla beraber, ilişkide neyin ortaya çıkacağını, ilişkiye giren kişilerin önceden bilemeyeceklerini söylemektedir. Bu yüzden iletişimde anlamak, anlatmak çok önemlidir. Çünkü sen, ben salt nesne değilizdir. Kendi içinde bir oluşumumuz vardır. Ve ilişki için bilginin değil, bilememenin bilinci gereklidir. Çünkü:

-Kişi kendini ‘tam' olarak bilemez

-Kişi, öteki kişiyi ‘tam' olarak bilemez

-Kişi ilişkisi, ancak iki kişinin birbirini ‘tam' olarak bilememe bilinçlerinin karışıklığı ve sürekliliği üzerinde olmalıdır.

 İlişkinin niteliğinde var bu bilinmezlik...

İlişki, kişinin ötekini istemesidir. Böyle bir istemeyle başlar ilişki. Bu isteme -karşılıklı olduğunda- ilişkilerin temelini oluşturur; onun sonraki gelişmesi de bu temel üzerine kurulur.

  İlişkinin temeli, istenmesidir.

  İlişki, var olması istendiğinde var olur.

  İlişkinin var olması, istenmiş olmasıdır.

Kişi ilişkisi, istenmeden olmaz; istenmedikçe de yoktur. Sonradan, istenmeyen hale gelmiş ama hâlâ sürüyorsa, artık kişi ilişkisi olmaktan çıkmıştır.

İlişki, bağlılık olmalıdır, bağımlılık değil.

Peki, ilişkide sevginin yeri ve rolü nedir? diye sorduğumuzda Aruoba, her şeyden önce sevgi nedir sorusunu sorarak 'Sevgi, bir şeyin farkına varmak, sonra da bir karara varmaktır.' diyerek sevginin tanımını yapmaktadır. Sevginin sınırlarını böyle çizen Aruoba, aşk ve sevgi arasındaki farklılıkları ise şöyle sıralamaktadır:

Aşk önemsiz; giderek, değersiz bir şeydir: Kişinin başına nedensizce; hatta nesnesizce gelir, neden şu kişiye âşık olmuşsundur. Kimdir. Âşık olduğun belirsizdir. Çünkü yalnızca bir ‘etkilenmedir'.

Sevgi ise dünyanın en önemli; giderek de en değerli şeyidir. Çünkü kişinin bilinçle ve tam da belirli bir kişiye yönelik, bulunabileceği en yoğun ve en yalın -anlamlı; amaçlı- eylemidir.

 Düşün sevgi; eylemdir.

Sevgi, kişinin bütün yönelimlerini tek bir yöne çevirir; bütün etkinliklerine tek bir yön verir sevdiğine. Sevgi, bir kişinin kendisini bekleyen, bir kişinin kendisini beklediğini bilmesidir.

Sevgi, öyle biçimsiz, kaypak, belirsiz bir şey değildir: sanki benim ‘sahip' olduğum ve ‘sevdiğim' kişileri de içine soktuğum ‘amorf' bir şey değil. -Sevgi, her ortaya çıkışında, belirgin bir biçimde çıkar ortaya, hiçbir sevdiğini de, her başkasıyla ‘aynı' biçimde sevemezsin. Her bir sevdiğin, bir ve biriciktir.- Hiçbir başka kimse ile de karıştırmayacağın kadar, tek ve benzersizdir. Sevgin, belirgin ve tek seferliktir. Bir tek O'dur sevdiğin, her seferinde!...

 Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur.

 Özlem de sevginin ikiz kardeşi...

SONRA

İlişkiler üzerine neden yazılır? Sonlar olduğu için. Yaşananlar kaleme bulaşmaz, yitirilenler ve yaşanmayanlar kalemi bulup harekete geçirir.

Bazen başlangıçlar, bazen de bitişler insanı eyleme geçirir. Hayata yeni uyanmış izlenimi verir. Her ne kadar Aruoba, ‘ilişki yitirilen bir şey değildir, nasıl var edilebilecek bir şey değil...' dese de insanoğlunun yaşamını sadece bir ilişki üzerine kurup, kendini kapalı kutuya çevirmesini anlayışla karşılamak zordur. Her adımda sevgiliyi düşünmek, hayatın geri kalanını umursamamak anlamına geliyor. İlişkiler veya sevgili iki kişinin bir olması demek olsa da bu duygu evreni sarıp, evreni de içinde yaşatmalıdır. Zaten ilişkiler bu çerçevede değerlendirilmediği için kayıp-son ifadeleri var oluyor. Önemli olan insanla bütünleşmektir. Bir fertle değil. Fert, bünyesinde geçici olmayı taşırken, insan kalıcılığı ifade eder. Aruoba, bu anlayışı ön plana çıkarmadığı için, kayıpların sonrasında durup, hüznü, acıyı, yalnızlığı yaşamaktadır. Halbuki, insanı kuşatan anlayışın sonrası yoktur.

Osman Tatlı 
[email protected]



   
2014-04-24
YORUM YAP
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayına verilecektir. Uygun görülmeyen yorumlarınız yayınlanmayacaktır. Yasal zorunluluk olarak yorum yapan ziyaretçilerimizin IP bilgileri kayıt altına alınacaktır. Teşekkürler...

  Bu yazıya ilk yorumu yapmak ister misiniz?



yazarın diğer yazıları