Deniz ÜLKEGÜL
|
|||
Deniz ÜLKEGÜL kimdir? Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Görmek... | |||
Şimdi...
Sarsıntı geçip taşlar yerine oturduğunda. O bina, aynı bina olmayacak bu kesin. Gören toplumla görmeyen toplum arasında fark böyle bir şey. Yanlış anlaşılmasın, bilen demedim. Cehalet sınırını zorlamak konusunda çok fazla çaba sarf etmediğimiz satılan kitap, izlenen dizi sayısının oranıyla belli oluyor zaten. Ama görmek ? İşte boyutların bu kadar büyümesinin asıl sebebi bu. Doğru ya da yanlış, yalan ya da gerçek. Görünenin resmini çizen bir teknoloji çağındayız. Netekimzadelerin şanssızlığı buydu belki de. Çok daha kültürlü ve bilinçli olmalarına rağmen, ezip geçmişlerdi üzerlerinden. Dertlerini anlatamamışlar, toplumsal tepkisizliğin ve duyarsızlığın yalnız bıraktığı azınlıklar olarak kaybolup gitmişlerdi. Şimdi okumanıza bilmenize gerek yok. Ahlaklı ahlaksız düzgün yamuk dürüst yalancı olmanız bir şey ifade etmiyor "Bahar" ayına ulaşmak için. Bir polisin kafasını dağıttığı bir genci görmek, yerlerde sürüklenen bir genç kızın resmine bakmak, biber gazı yemiş bir anneyi kucağında çocuğu ile izlemek sizi ışık hızı ile devrimci yapabiliyor. Ne olduğunu bilmiyorsunuz, neden olduğunu, nasıl olduğunu ama. Ne yapıldığını görme imkanınız var. Vicdanınıza dokunması yeterli.Bu yüzden, bir çok insanın "nasıl olup da bambaşka kesimlerden insanların bir araya gelmesini" karşıt düşüncelerin aynı safta yer alıp aynı amaç için sokaklara dökülmesini açıklayan gerçek bu anlamda gizlidir. Görmek... Bir ülkücü, sosyalist bir gençle yan yana bağırırken, stat da birbirini ezen boğazlayan taraftar, polis jopuna gövdesini siper ederken, bir travesti caddeye çıkıp aynı insanlarla polise parmak hareketi çekerken yaşanan duygunun sebebi hep aynı... Görmek... Muhtemeldir ki, o sabah, çadırlarında sessiz sedasız oturan gençlere bodoslama dalan polislerin akıllarına bile getirmediği ayrıntı buydu. Göremedikleri, hesaba katmadıkları şey... Ahmakça ve salakça yasaklarla bunalan, farklı bir yaşam tarzı olup farklı düşünen ve burnundan soluyan kesim, onlara yapılan bu şiddet eylemini gördü... İşte bu bakış açısıdır ki, bir an da solcuyu sağcıyla, Travestiyi bıçkın delikanlıyla, zengini fakirle ve hatta Türk'ü Kürdü ile aynı safta aynı meydanda toplamayı başardı. Bu halk baskıyı ve şiddeti sevmiyordu... Bu yüzden yıllarca terör bitmemişti ve bu yüzden defalarca darbe görmesine zulüm işkence ve ağır hakaretlere maruz kalmasına rağmen askeri yönetimlerden hemen sonra özgürlüğünü kendisine geri verecek siyasi oluşumlara yönelmişti. Bu yüzden yıllarca Atatürk isminin ardına saklanıp "Kemalizm" denen sistemi halka dayatan zihniyetlere karşı farklı alternatifler deneyip durmuştu. Bu yüzden en güvendiği kurum olduğu halde, siyasete müdahale ettiği an, Ordunun karşısına tam aksi düşünen bir iktidar getirmişti... Yoksa yüzde doksanının ne dokuz ışıktan haberi vardı, ne Daskapitalden, ne de Nutuk'tan.. Ne devrimciydi, ne Kemalist ne de Ülkücü... Sosyalistler kadar eşitliği, ülkücüler kadar milletini, Kemalistler kadar Atatürk'ü severdi, ama insanca bir sevgiydi o. Bunları dayatanlar gibi sahtekar duygular değil. Öğretmenize anlatmanıza gerek yok, sevdirin yeter...Bunu başaramadıysanız istediğiniz kadar anlatın, beynini yıkayın, yönlendirin olmadı dövün sövün her fırsatta yok sayar sizi.. Elini kaldırmaz karşı koymaz çoğu zaman ama içten içe bilirsiniz onun sizi sevmediğini. Çünkü bunu ona zorla vermişsinizdir. Bazen aşağılayarak, bazen bağırıp çağırarak, bazen söverek bazen dövüp ve bazen de öldürerek. Yine de görmezden gelir... Şimdi bunu yapmıyor toplum... Yine aynı alışkanlık; okumuyor araştırmıyor merak edip ne diyorsun sen? diye de sormuyor ama... Görüyor... Ve ortada görünen şey, her kim olursa olsun beyin nöronlarından beynin bilgi merkezine ulaşıp vicdanına bir etki olarak sızıyor. Buna Toplum bilinci diyemeyiz. Olsa olsa toplumun hıncı adını koyabiliriz belki de. Bu sebeple, oturmuş sağlam ideolojik temeller üzerine kurulu düşünce sahipleri verilen tepkinin kendileri ile benzerlik taşıyor olmasına aldanmamalı. Bu yüzden yan yana ve hatta omuz omuza verilen bu mücadelenin kalıcı ve sürekli olduğu yanılgısına kendini kaptırmamalı. Ve işte tam olarak bu yüzden, Çok büyük bir kesimce "gördüklerinden etkilenme sebebi ile" bu noktaya taşınan olaylarda, provakasyona bu denli açık ve tehlikeli bir noktada, kendilerinin azınlıkta olduklarını bilmeleri gerekir. Ve bütün iç savaşların; gerçeklik algısının kaybolup yalnızca anlık ve duygusal öfke patlamaları sonucunda ortaya çıktığını unutmamalıdırlar. Görmek, aynı zamanda çok tehlikeli olabilir... Kişi yeterince bilmiyorsa... İşin bir de iktidar boyutu var... Aslında görünüyor ama henüz net değil... Sistem yaşam biçimi olarak değişkenlik gösterse de, baskıcı ve kontrol etme noktasında aynı formüler üzerine kurulu.. "Kemalizm" "Sosyalizm" "Faşizm" akımlarında kullanılan tarz ve yöntem hiç değişmeden aynı ile "İslam" adı altında ortaya konuyor. "Birey odaklı değil, sistem odaklı yaşam biçimi." Özgürlüğün değil, sınırı genişletilmiş bir tür esaretin önümüze gelmesi bir bakıma. Yine "insan" kavramının ön planda olmadığı, bunun yerine mistik değerlerin, ikonaların ya da kutsal kavramların "ölmeye değer" bulunduğu saçmalıklar dizisi. Yine bir "Kurtarıcının" "Asrın Türk'ünün" "Muhteşem devlet adamının" zihinlerde yer edilmeye çalışıldığı, "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganlarının atılmaya değer bulunduğu, öldükten sonra çocuklara isminin verileceği, Parklara, köprülere ve hatta dağlara silüetlerinin kazınacağı yine bir kesimin yıllar sonra nefret edip bir kesimin kutsallaştıracağı "sistem odaklı değil birey odaklı yönetim biçimi." Şapkanın yerini şalvarın, rakının yerini ayranın, doktorun yerini şifacının alacağı ve sonrasında herkesin ister istemez alışacağı vasat bir Cumhuriyet, Meşrutiyet ya da adı her ne ise... Devletin halkından korktuğu, bireyin yaşam biçimi ve düşünce özgürlüğünden çekindiği başka bir aciz devlet profili. Yine polis soruşturması, darbe kalkışması, etnik ya da düşünsel ayrımcılık. Roller değiştikten lakin ruh aynı kaldıktan sonra Cumhurbaşkanı ölse ne olur, Padişah çok yaşasa ne olur... Kiminin özlemi kiminin korkusudur bu değişim. Oysa en büyük korkudur ülkem adına ruhumda beynimde yaşantımda kendime bir türlü dönemeyişim. Ben olmak yerine adıma tercih edilen "gibi olmak" kurgusu... Dindar nesiller yetiştirmek, Kemalist gençlik oluşturmak, Devrimci adamlar gibi yaşamak... İçin kurulan düzenler silsilesi... Ama şöyle bir şey var... Nasıl ki geçmişin üzeri örtülü gerçekleri ve açıktan yalanları bir bir görülüyorsa şimdilerde... Nasıl ki fark etmeye başlanmışsa fark edilmeyen onca yalan hurda hile... Sen ne kadar anlatmaya çalışırsan çalış... İyi bir hatipsin sözümüz yok...Ama dinlemez bu millet, anlamaz bile çoğu zaman söylediklerini... Sadece inanır, inanmak istediklerine... Ta ki... Görene dek... Şimdilerde görmek öyle kolay ki...Açınca televizyonu interneti telefonu...Ola ki gözüne çarpmasın.. Görür... Söylerken senin... Nasıl baktığını...Ötekine... Bir bakmışsın öteki tarafta herkes... Tıpkı öncekiler gibi... Not: Halkı bir orduyla yenebilirsiniz...Bu yaşandı.. Bir orduyu halkla dize getirebilirsiniz...Bu da yaşandı... Ama halkın karşısına halkla geçerseniz. Koca bir ülkeyi kaybedersiniz. Bu henüz hiç yaşanmadı... Dikkat et Başbakan... Görünüyorsun... |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2014-04-28 | |||
|
|||