Kerim BAYDAK
|
|||
![]() Kerim BAYDAK 01.01.1961 ADIYAMAN doğumlu. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakultesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Adıyaman’da Yenigün gazetesi ve akabinde, Güne Bakış, şu anda da Adıyaman da Yeniyol adlı gazetede günlük olmak üzere çeşitli internet sitelerinde köşe yazıları yazmakta ve şiirleri yayınlanmaktadır. Kerim BAYDAK’ın yayınlanmış eserleri: 1 - OTUZA KADAR – Roman - 2004 - Avcı Ofset ve Matbaacılık 2 - ENTERESAN KÖYÜN ENTERESAN HİKÂYELERİ – Hikâye - 2006 - Gündüz Yayınları (Sabit İNCE ödülleri 2008 Hikâye dalında 1. Mansiyon ) 3 - AĞLAMA GÜLÜM – Şiir - 2007 - Gündüz yayınları 4 - ACIYIN BANA - Şiir – 2011 - Enzim Ajans 5 - ASLAN HÜSAYİN – Biyografi – 2012 - İz Ajans Yayıncılık 6 – Gecenin İçinden Güneşin Doğuşu ( Nemrut Dağı)-Şiir- 2012- Adıyaman Belediyesi Kültür Yayınları Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Metruk binada geçen gerçek bir olay | |||
![]() Adıyaman da şehir merkezinde mevcut bir inşaatın birinde yaşanmış gerçek bir olay. Anlatılan yer ve inşaat, hemen şehrin merkezi, Hükümet Konağının Güneydoğu'su, Trafik işaretleri levhasının dibi, aynı zamanda TC Ziraat Bankası Lojmanlarının karşısı, altı lokanta, bakkal, çiçekçi gibi esnafların olduğu metruk inşaat halindeki bir bina! Hemen hepimizin günde en az bir iki kere yanından, sağından solundan geçtiğimiz görüntü kirliliğine sebep olan 4-5 katlı bir bina! Zaman zaman partiler veya reklam ajansları tarafından kullandıkları, ama aslında hiç kimsenin bakmak, gitmek, kalmak istemediği bir bina! Belki çoğu zaman bitişiğindeki çay ocağındaki çaydan içmek için uğradığımız ve üzerine oturduğumuz taburelerin olduğu o hayalet bina! Ne hikmetse yıllardır öylece kalakalan, bir türlü ne yıkılan, ne de yapılan, gelen geçenlerin bakışlarını cezbeden, ' aman bu nasıl binadır böyle!' denilen, sadece karkas inşaattan oluşan gereksiz bina. İşte Adıyamanlı bir amcanın, orayla ilgili olarak başına gelen bir olaydan dolayı anlattıkları... Amca, 67yaşlarında olduğu tahmin edilen bir amca, çünkü kendi de yaşını bilmiyor. Gerçek bir hikâye ve olay olduğu için ismi lazım değil. 'Oğlum' diyor.(Bana) 'Gündüz, ikindi vaktiydi. Malullük ve yaşlılık maaşımı almış, Bahçelievler'de ki evime doğru gidiyordum. Yanımda beraber maaşımızı almaya giden eşim de vardı. Adıyaman Kütüphane 'sinin önünde bir genç yolumuz kesti. 'Selamun aleyküm amca' dedi. 'Aleyküm selam oğlum buyurun' dedim. Genç, 'amca patron dedi ki şu giden yaşlı amcayı al getir' dedi. 'Hayırdır oğlum ne yapacak beni?' dedim. 'Bilmiyorum amca, para mı, eşya mı ney vereceğim' dedi sanırım. Fakir olduğumuz ve maddi durumumuz iyi olmadığı için, aklıma herhangi kötü bir şey gelmemiş; 'Peki oğlum gidelim' diyerek, gencin peşi sıra takıldım. Bu arada hanıma da 'sen gelip yorulma, burada beni bekle' diyerek orada bıraktım. Işıkları geçerek, binanın (yukarıda bahse konu olan metruk ve izbe bina) karşısında durduk. 'Hani nerede oğlum patronun? 'dedim. Şu binanın üstünde' dedi. Yine şüphelenmedim, 'bu bina inşattır' diyemedim. Gencin arkasından, 1,2 kat derken, nihayet en üst kata çıktık. Yaşlı olduğumdan yorulmuş, arada bir ' hani oğlum nerede?' diyordum. 'Amca üst katta, eşyaları orada dağıtıyor' dedi. Nihayet üst kata çıktık. Çıkar çıkmaz da üstüme çullanmaya başladı, elleriyle ceplerimi karıştırmaya, bir taraftan da 'sökül paraları' diyordu. 'Ne parası oğlum, ne yapıyorsun sen, beni mi soyacaksın?' derken, bir taraftan da var gücümle bağırmaya çalışıyordum. Zaten yorulmuştum, sesim zor çıkıyordu. Ben var gücümle bağırırken, o sürekli elbiselerimin ceplerini yokluyordu. Bir şey bulamadıkça, daha çok sinirleniyor; 'sökül amca paraları, söyle ne yaptın aldığın paraları?' diyerek sürekli bağırıyordu. Paraları bulamadıkça, daha da kızıyor ve daha fazla hırpalamaya başlıyordu beni. Ne kadar boğuştuk, ne kadar karşı koymaya çalıştım ve ne kadar bağırmışım, hiç farkında değilim. Tam da 'tamam yeter artık, bırak beni paraları vereceğim 'diye aklımdan geçirirken; bir an da beni bırakmasıyla kaçması bir oldu. Demek ki bağrışmalarımıza çay ocağında oturanların bazıları farkına varmış ve doğruca yukarı çıkmışlardı. Tabi farkına varan genç, beni bıraktığı gibi, merdivenlerden aşağı koşar adım inmiş ve gözden kaybolmuş. Çok hırpalanmıştım. Gelenler, 'amca ne oluyor, hayırdır, bu genç senden ne istiyor, akraban falan mı?' diye sorarlarken; 'yok oğlum ne akrabası, sana patron bir şeyler verecek diyerek, beni buraya kadar çıkardı. Üstüme saldırarak, paralarımı almaya çalıştı.' 'Amca ne işin olur senin bunlarla, bunlar çakal-çukal tayfası, kavuşmasaydık hem canını, hem de malını alırdı alimallah! Niye inanırsınız bunlara' diyerek koluma girdiler ve beni aşağıya indirdiler, bir tabureye oturtarak bir çay söylediler. Neyse ki paramı kaptırmamıştım. Çünkü paramızı aldığımızda, eski alışkanlığımızdan ya da yaşlı olmamızdan olsa gerek, paraları bir mendile sarmış, iç ceplerimden birine koymuş ve çengelli iğneler takarak korumaya almıştım. Bu sayede kurtarmıştım. Allah yüzüme baktı, hem canımdan olmadım, hem parayı çaldırmadım. Çayımı, içtikten sonra, hiç bir şey olmamış gibi hanımın yanına gittim. Hanım, 'herif nerede kaldın?' deyince; 'gittim boşuna, eşya kalmamıştı, ben de geri geldim' dedim. Amacım 'bana olan olmuştu, bari hanım ortalığı velveleye vermesin' diye söylememiştim. İşte oğlum böyle yerler çok tehlikeli, keşke böyle yerleri ya yıksalar, ya da devam edip yapsalar' diyordu. Şimdi varın siz düşünün olanları. Yapılmalı mı, yoksa yıkılmalı mı, bu izbe ve metruk olan binalar? Kerim BAYDAK [email protected] |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2015-10-27 | |||
|
|||