Salih Sedat ERSÖZ
|
|||
![]() 1956 Konya Akören doğumluyum. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji bölümü mezunuyum. Gazetecilik, MEB' da öğretmenlik ve idarecilik, Konya İl Kültür Müdürlüğü, Konya Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcılığı ve Daire Başkanlığı görevlerinde bulundum. 1978 yılından itibaren Türkiye’de Yarın ve Merhaba gazetelerinde yazdım. Şu anda Memleket gazetesinde yazıyorum. Evli ve 4 çocuk babasıyım. Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Medeniyet Tasavvuru | |||
![]() 'Bugün dünyada yaşanan sıkıntılar; adaletsizlik, yardımlaşamamak ve paylaşamamaktır. İslâm Medeniyetini ise adalet, yardımlaşma, infak ve paylaşma olarak tarif edebiliriz. O zaman bugünkü dünyaya, İslâm Medeniyetinin ne kadar ihtiyacı olduğu ortaya çıkmış olur.' 'Medeniyet kelimesini en iyi olarak mamur etme, imar etme kelimeleri karşılar. Rabbimiz, yaşadığımız arzı mamur etmemizi emretmiştir. İslâm'a göre ömür, imar ile geçirilmesi gereken bir hayattır. İslâm Medeniyeti asırlarca bu konuda öncü medeniyet olmuş ve İslâm'ın ulaştığı her yer imar edilmiştir.' 'İslâm Medeniyetinin ana ilkeleri; Tevhit, Nübüvvet, Sorumluluk, Ahirete bakış ve Adalettir. Bilimsel şuuru veremezsek bu ilkeleri kavrayamayız. Batılı bilim adamları ile ayrıldığımız nokta bilimsel şuurdur. İslâm Medeniyetinde 2 türlü bilgi var. 1- Tebliğ: Kalbi esas alır, akla hitap eder. İlâhidir. 2- Bilimsel bilgi: Amacı hakikati aramak, aracı aklı aydınlatmaktır.' 'Bugün çekilen sıkıntıların kaynağı; etnik ayrımcılık, mezhep çatışmaları, batının hesapları ve hakiki İslâm değil, merdiven altı İslâm uygulamalarıdır. Bugünkü dünyada kardeşlik değil, çatışma var. Muhabbet ortadan kalkmış durumda. Din kullanılarak her İslâm ülkesinde birer terör örgütü kuruldu. Bu sıkıntılardan ancak gerçek İslâm Medeniyetinin kurulması ile kurtulabiliriz.' 'Batı, bizim medeniyetimizi, İslâm'ın kendisi ile değil bugün dünyadaki İslâm adına yapılan yanlış uygulamalar ile tanıyor ve İslâm'ı bir terör dini olarak kabul ediyor. Halbûki İslâm rahmet dinidir, merhamet dinidir. İslâm bir kişiyi öldürmenin, tüm insanlığı öldürmek olduğunu benimseyen bir dindir. Dünyada Hristiyanlar içinde de çok sayıda radikal gruplar olduğu halde, batı onları görmüyor ve İslâm'ı kötü göstermek için aykırı propaganda yapıyor.' 'İslâm radikalizmi dışlamış ve daima orta yolu tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber devlet yönetiminde de aşırılığa gitmemiştir. Gençlerimize İslâmi şuur kazandırmalıyız. İslâm Medeniyetinin zenginliği tekrar keşfedilmeli ve yeni nesle aktarılmalıdır. Kur'an'ın mesajı iyi anlaşılmalı ve iyi anlatılmalıdır. İslâm Tasavvufunun incelikleri tekrar gündeme getirilmelidir. Çevremize Takva şuurunu kazandırmamız gerekir.' 'Bir sistemin bütününü değil de, bir parçasını alırsanız, Hristiyanlıktan İslâm, İslâm'dan Hristiyanlık çıkartabilirsiniz. Onun için sitemler parçacı yöntemle değil, bütüncül olarak aktarılmalıdır. Aşırı uçlarla uğraşacağımıza, asıl omurgayı, deniz ve deryayı muhafaza etmeye bakalım. Aşırı uçlar eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur. İslâm'ın barış, adalet, kardeşlik ve yeryüzünü imar etme anlayışı karşısında aşırı uçlar uzun süre yaşayamaz. Selçuklular ve Osmanlılar, bu anlayışı Medrese geleneği ile devam ettirdiler. O günün vakıfları, STK ları bu anlayışı yaydılar. Parçacı yöntemle hareket eden aşırı uçlar Hz. Peygamber'in sadece cihadını esas aldılar. O'nun tüm yaşantısını devre dışı bıraktılar. Hz. Peygamber, sürekli camide namaz kılan, fakirleri ziyaret eden, yaşantısı daima orta yol olan, sık sık elbisesini ve bindiği devesini bile değiştirmeyen ve mutedil bir hayat yaşayan insandı. Parçacı yöntemle yaklaşırsanız, Hz. Osman'ı da, Hz. Ali'yi de şehit etmenin bir yolunu bulursunuz. Aşırı uçlar bilgisizlikten ve kendilerini İslâm düşmanlarına kullandıran maşalar ile oluşuyor. Bizim derenin taşıyla, bizim derenin kuşunu vuruyorlar. İlay ı Kelimetullah için cihad eden 2 millet var. Arap Milleti ve Türk Milleti... Hz. Osman, Hz. Ömer'in koyduğu deniz savaşı yasağı ile Medine'den ayrılma yasağını kaldırınca İslâm yeryüzüne dağıldı ve her tarafa yayıldı. O dönemde Araplar, İslâm'ı yeryüzüne yaymada çok büyük çaba gösterdiler. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de Türklerin İslâm'a büyük yararları oldu. Mücahitlik ve Zühd sahibi olmak birbirine engel değildir. İnsan gündüzleri mücahit, geceleri zahid olabilir.' 'Bizim savaşımız da ibadettir. Savaşırken de kurallara riayet etmek gerekir. Hz. Peygamber; kadınları, çocukları, din adamlarını, yaşlıları savaşta bile öldürmeyi, mabetleri yıkmayı, mamur yerleri harap etmeyi yasaklamıştır. Hz. Peygamberin bu yasakları ile anlıyoruz ki, din medeniyettir ve bütün güzellikler medeniyetin içindedir.' 'İnsanlar ya hilkatte eşin, ya da din de kardeşindir. Ümmet arasındaki ihtilaflar, ana meselelerde değil tali, füru meselelerdedir. Ümmet olarak azami müştereklerimizi konuşmalı, asgari müştereklerimizi zenginlik olarak görmeliyiz. Rabbimiz, Kitabımız, Peygamberimiz, Kıblemiz, Kültürel değerlerimiz birdir ama biz asgari farklılıklarımızla uğraşıp duruyoruz. Batılıların görevi, İslâm'la uğraşmaktır. Biz de kendi görevimizi yapmak yerine onlarla uğraşıyor, onları suçlamakla meşgul oluyoruz. Mezhep imamları, birbirinin hocası veya talebesidir. Mezhep imamları asla masum değildir. Batılılar, Kur'an'ı Kerim'i, kendi bozulmuş kitaplarının seviyesine indirmeye çalıştıkları gibi, bizdeki mezhepleri de, kendi mezhepleri seviyesine indirmeye çalışıyorlar. Müslümanlar bu konuda da uyanık olmalı, oyuna gelmemelidir. Ehli kıble tekfir edilemez. Başkaları tekfir ediyorsa sen etme, onlar öldürüyorsa sen öldürme. Müslümanı öldürmenin cezası ebedi cehennemdir. Mezhepler, İslâm dışında ekoller değildir. Mezhepler, ümmetin birliğine mani değildir. Ümmet için birer zenginliktir, rahmettir. Kendisini Müslüman olarak tanımlayan hiç kimse tekfir edilemez.' 'Osmanlı, Balkanlara girdi. İstanbul'dan önce Balkanlar fethedildi. 19. Yüzyılda da Balkanlar, Osmanlı'dan koparıldı. Fetih ile 19, yüzyıl arasında 4 asır boyunca neler oldu kimse bilmiyor. Osmanlı'nın, Balkanlara ve Rumeli'ye verdiği önemi biliyoruz. Türkiye'nin İstiklal Marşını yazan Mehmet Akif'in memleketi bu topraklardır ve kendisi bir Arnavut'tur. Balkanlar işgal edildiğinde, Osmanlı zayıfladığı için buradaki Müslümanlar ortada kaldı, sahipsiz kaldı. Balkanlarla, Türkiye'nin ortak kültürü çok fazla... Bu ortak kültür mirası Osmanlı'dan kalmıştır. Türkiye dünyanın merkezi olarak, Balkanlar da bölgenin merkezi olarak tanımlanıyor. Balkanlar sakin olmalı ki, Türkiye sakin ve huzurlu olsun. Türkiye ile Balkanlar arasındaki tarihi geçmiş, ortak kültür ve siyasi anlam konuları iyi analiz edilmeli ki, Balkanların Türkiye'ye, Türkiye'nin Balkanlara nasıl baktığı anlaşılabilsin.' 'Balkanlar (Bal - Kan) ballı ve kanlı bir coğrafyadır. Balkanlarda %95 i Müslüman olan tek ülke Kosova'dır ve Arnavutlardır. Bir Batılı, bir İngiliz, işgal ettiği ve yıllarca hükmettiği ülkelerde dolaşmaktan korkar, serbestçe dolaşamaz. Çünkü o ülke insanlarına yaptıkları zulümleri bilirler ve korkarlar. Ama Osmanlı mirasının devam ettiği ülkeler, biz Türkleri kucaklar, bağrına basar. Osmanlı, Tuna'ya kadar vatan bellemiş ve buralara nüfus aktarmış. Boşnaklar, Osmanlı'nın gelmesi ile hemen İslâm'ı toptan kabul etmişler, Arnavutlar ise 200 yıllık bir süreçte kabul etmişler. Ama hem Boşnaklar, hem Arnavutlar bütün zulümlere rağmen İslâm'ı yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar.' 'Türkiye'den Balkanlara gelen STK'lar, buradaki Müslümanlara balık vermeyi bırakıp, balık tutmayı yani müteşebbis olmayı öğretmeleri gerekir. Ayrıca buraya gelen STK'ların, buradaki Diyanet mensupları ile işbirliği içinde hareket etmeleri gerekir. Buradaki Diyanet, devletin bir kurumu değil, tamamen özerktir. Burada iyi yetişmiş gençlere ihtiyaç var. Ayrıca STK'ların sadece merkezi yerlere değil, ihmal edilmiş ücra bölgelere ulaşması gerekir. Mesela Romanlarla ilgilenen yok. Romanlar Müslüman ama, bunlarla Soros ilgileniyor. Cemaat taassubu İslâm dünyasını iflah ettirmez.' 'Devletin, Vakıfların önünü açması ve yayılmalarını sağlaması gerekir. Vakıflar, devletin yukarıdan göremediği şeyleri gören kuruluşlardır. Demokrasi açığının sebebi, STK'lara yapılan müdahalelerdir. STK'ların güçlü olduğu yerlerde özgürlükler daha da genişler. STK'lar ayrıca, atıl sermayenin hizmete dönüşmesini sağlarlar. Ellerindeki kaynakları seve seve başkaları ile paylaşırlar. Vakıflar yardım yaparken, kendi mezhebi, kendi meşrebi, kendi siyasi görüşü ayırımı yapmaması gerekir.' 13. Ufuk Turu'nun panel ve sempozyum bölümlerindeki konuşmaların önemli cümlelerini sizlerle paylaştım. Şimdi de yaptığımız gezilerin önemli bölümlerini sizlere aktarmaya çalışacağım. Orhan Gazi'nin oğlu 1. Murat Han yani Murat Hüdavendigar türbesine yaptığımız gezi çok anlamlı ve bir o kadar da duygulu idi. Türbenin girişinde asılı bulunan, Sultan 1. Murat'ın Kosova savaşı öncesi yaptığı duayı okuyup da duygulanmamak mümkün değil. Sultan, Allah'tan 3 şey diliyor. Savaş öncesinde yağmur diliyor ki göz gözü görmeyen fırtına dinsin ve küffarı aşikâr görerek cenk etsinler. Zafer diliyor ki, bütün Müslümanlar bayram eylesin. Şehit olmayı diliyor ki, Murat kulu, Allah yolunda kurban olsun. Duaları eksiksiz kabul oluyor. Zaferden sonra, kendisi de şehitler kervanına katılıyor ama İslâm, o bölgelerde asırlardır devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecek İnşallah... Bir başka duygu dolu ziyaret...1999'da Sırpların saldırısı başladığı zaman ilk direniş hareketini başlatan ve Sırplara büyük kayıplar verdiren ünlü komutan Adem Yaşari'nin hikayesi de şöyle: Kosova Kurtuluş Ordusu Komutanı Adem Yaşari'nin öldürülmesi halinde, direnişin kırılacağına inanan Sırplar, binlerce askerle, Yaşari'nin evini sararlar ve ağır silahlarla bombardımana başlarlar. Bu ağır saldırı karşısında Yaşari, ailesiyle birlikte 3 gün boyunca yılmadan direnir. Bu 3 gün boyunca, Ramazan olması hasebiyle, oruç tutacak mıyız diye soran çocuklarına verdiği cevap tarihe geçecek cinstendir. 'Evlatlarım, bizim Allah ile bir sorunumuz yok ki, bizim sorunumuz Allah düşmanı Sırplarladır. Allah'ın emri olan orucumuzu tabi ki tutacağız ve Allah düşmanları ile de savaşacağız.' 3 gün boyunca kahramanca direnerek, içlerinde küçücük çocukların da olduğu, ailesinden 57 kişi ile beraber oruçlu olarak Cennete uçarlar. Şu anda Prekazi köyünde, onlar adına yapılan bir şehitlik ve koruma altına alınan delik deşik olmuş Adem Yaşari'nin evi, her gün gelen binlerce ziyaretçiyi kabul ediyor. Yaşari ailesinin tümden şehit olması Kosova'yı öyle bir ateşler ki, başlayan çok büyük bir direniş karşısında Sırplar daha fazla tutunamaz ve zafer Müslümanların olur. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy bilindiği gibi bir Arnavut. Kendisi İstanbul doğumlu ama aslen Kosovalı... Milli Şairimizin babasının köyü olan İpek köyünü de görmek nasip oldu. Akif'in babası Tahir Efendi, İpekli Temiz Tahir lakabı ile bilinen Osmanlı din âlimidir. Daha sonra geldiğimiz Prizren şehri tam bir Osmanlı kenti... Sinan Paşa Camii ve hemen yanından akıp gitmekte olan Bistriça nehri şehrin ana merkezini oluşturmaktadır. Ak Drin nehrinin bir kolu olan Bistriça, Prizren'in ortasından geçiyor. Prizren'de konuşulan ana dilin Türkçe olması ve şehirde yaşayan onlarca Osmanlı eseri ile Prizren'in Osmanlı kimliğini hâlâ yaşattığını görmek mümkün. Sinan Paşa Camii müezzini Ali Berisha'nın kıldırdığı Akşam Namazında ve namazdan sonra, yumuşacık sesiyle ve harika kıraati ile okuduğu Kur'an-ı Kerimler'in ruhlarımıza nakşetmesinin etkisi altında Priştina'ya döndük. Son günümüzde Makedonya'ya geçerek Kalkandelen ve Üsküp şehirlerini gezdik. Kalkanları delecek kadar keskin kılıçlar yapıldığı için Kalkandelen ismi verilen Makedonya'nın bu şehrinde de her yerde olduğu gibi, Osmanlı eserleri hemen gözünüze çarpıyor. İşte onlardan biri... Paşa Camii veya Alaca Camii veya Renkli Camii... Alaca ve renkli isimlerini iç ve dış süslemelerinden alan camii hakikaten görülmeye değer özellikte... Dünyanın başka bir yerinde böylesine güzel süslemelerle kaplı bir camii var mıdır bilmem? Değişik süslemelerin içinde canlandırılan İstanbul tasvirleri de mükemmel. İstanbul'u görmeden, hayallerinde canlandırarak çizilen tasvirler de bizim hayallerimiz de bizimle birlikte yaşamaya devam ediyor. Ve Üsküp... Kosova sınırından girdiğimiz andan itibaren, Üsküp'e gelinceye kadar bütün Arnavut köylerindeki Camilerin bizi karşılaması ile, Müslüman köyleri görmekten duyduğumuz memnuniyeti anlatmak mümkün değil. Üsküp'ün ortasından geçen Vardar nehri şehri ikiye bölüyor. Nehrin bir yakası Hristiyan bölgesi, diğer yakası Müslüman bölgesi. Biz Hristiyan bölgesinden geçerek nehrin üzerinden karşı bölgeye yani Müslüman Üsküp'e ulaştık. Hristiyan bölgede yeni ve modern yapılar ile İskender ve Arslan heykelleri, Müslüman bölgede de Osmanlı eserleri karşılıyor gelen misafirleri... Şehrin yönetimi Hristiyan olunca, bütün yatırımlar bu bölgeye yapılıyor ve Müslüman bölge tamamen ihmal edilmiş durumda. Yani Müslümanlar bir bakıma cezalandırılıyor. Müslüman Üsküp'e girişte bizi Osmanlı Kalesi ve yanı başındaki Mustafa Paşa Camii karşıladı. Ecdadımız girdiği her yere hem imar ederek mührünü vurmuş, hem de İslâm'ın izini bir daha çıkmamak üzere yerleştirmiş. İşte bunun adı işgal değil Fetih ruhu... Meşhur Üsküp köftesi yemeden ayrılmak olur mu? Biz de öyle yaptık. Üsküp sokaklarında dolaşırken aldığımız Osmanlı kokusunu hâlâ üzerimizde hissediyoruz. Osmanlı bu topraklardan çekilmiş ama, eserleri ile yaşamaya devam ederken, o bölgelerde kendisini hâlâ Osmanlı olarak tanımlayan insanlarımızın varlığı bizi de memnun ediyor. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim. |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2016-06-08 | |||
|
|||