Bu sayfadaki içerik, Adobe Flash Player'ın daha yeni bir sürümünü gerektiriyor.

Adobe Flash player Edinin


GÜNDEM POLİTİKA DÜNYA EKONOMİ SPOR 29 Haziran 2016
Fevzi GÜNENÇ
Fevzi GÜNENÇ kimdir?
1940 yılının şıra zamanında, 1 Eylül Dünya Barış Gününde Gaziantep’te doğmuşum. Öğretmenlik, metin yazarlığı, tiyatro oyunculuğu, gazetecilik, öykücülük yaptım. Sayısı 50’yi aşan sahne için çocuk oyunu, bir o kadar radyo oyunu, çocuk romanları, yüzlerce çocuk öyküsü, çocuk şiirleri yazdım. İlgi alanım çocuk edebiyatı. Ama toplumsal olaylara da duyarsız kalamadığım için sıklıkla köşe yazıları yazıyorum. Erişkinler için yazdığım edebi yapıtlarım da var. Bu bağlamda 1991 yılında Orhan Kemal Öykü Ödülü birinciliğini kazandım. Ödüller aldım bir yığın... Ulusal bir gazeteden Emekli oldum. İki çocuğum var. Ayıp olur öbürlerini saymazsam: kendileri için yazdıklarım da çocuklarım değil mi? Dünyanın dört bir bucağındaki sarı, kara, beyaz, kızıl derili olan kimileri kurşunlardan, bombalardan, kimileri açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan ölen düşlerinde bile gülemeyen, daha yaşamanın ne olduğunu anlamadan, ölen çocuklar öldüklerini bile bilemeyen çocuklar benim çocuklarım değil mi?
Email: [email protected]
  YAZARIN SAYFASI
Şair mi sanatçı, köçek mi?
Eskiden sanatçı denince akla güzel sanatlarla uğraşan insanlar gelirdi. Şairiyle, yazarıyla, ressamı, ebrucusu, heykeltıraşı, tiyatrocusu, operacısı, baleti ya da baleriniyle gerçek güzel sanatları yaşama geçiren güzel insanlar gelirdi sanat denince akla.

Şimdi herkes sanatçı. Göbek atıp bel kıvıran da, köçeği de, 'Ne zaman serhoş oldun da kadıramıyon golları' diye höykürerek sözüm ona misket havasına uydurulan uyduruk türküler  kaynatanlar da sanatçı.

Klasik Türk müziği yapana, halk türküsü söyleyene diyeceğim yok da arabeskçisine ne buyrulur? Tv dizilerinde oynayan oyuncusundan tutun figüranına kadar herkesin kendisini 'sanatçıyım' diye yaftalamasına ne demezsiniz?

Günümüzde artık sanatçı diye anılmayan gerçek sanatçılar, 'Ne iş yaparsınız' diye sorulduğunda 'sanatçıyım' demeye utanır oldular. 'Şairim' demek böbürlenmek gibi gelir şairime, diyemez. 'Romancıyım' desen 'Şuna bak böbürleniyor' mu derler acaba?

Zaten günümüzde şiiri, öyküyü, romanı okuyan kim? Yazarların kendileri bile okumaz oldu yazdıklarını. Canım gülüm bir tek Ahmet Ümit'imiz kaldı yazın alanında yüz ağartan. O da polisiyenin bir ucundan tuttu da öyle ayakta durmayı başarabildi.

Ümit'in romanlarını okuyunca, bunların polisiyeden çok daha öte bir şey okuduğunun ayırımına varıyorsunuz. Pek çok romancının  ancak egemen güçlere olan yalakalıklarıyla elde edebildiği Nobil edülünü her romanında bir kez daha hak ediyor yazarımız.

Ahmet Ümit'in halktan yana namuslu dik duruşu nedeniyle Nobel Kurulu ne yazı ki onu görmezden gelecektir. Bunların, Aziz Nesin'e, Yaşar Kemal'e kör olan gözleri Ahmet Ümet'te gelince açılacak değil ya...

Bütün bu sanatçıların arasında benim yerim ne? Benim de bir hemşerimin yakıştırmasıyla elde edebildiğim bir sanat unvanım oldu sonunda. Metmacılık... Evet, meğer ben bir 'metmacı'ymışım da haberim yokmuş. Daha önce de yazmış mıydım? Uzun bir otobüs yolculuğunda yanımda oturan Gaziantepli yol arkadaşım benimle muhabbete dalmış, ne iş yaptığımı sormuştu.'Yazarım...' deyivermiştim utana sıkıla. Yazarlığı kendi anlayışıyla yorumlayıp 'Arzuhalci misin?' diye sormuştu.

Gülümsemiştim acı acı. 'Dilekçesi değilim, demiştim. 'Yazar-çizer takımındanım yani. Yazdıklarımı okusunlar diye çoğaltırlar, okumak isteyenlere sunar yayıncılar.

'Utku kazamış gibi gülmüştü. 'Metmaacıym desene şuna canım!' Eh, bizim gibi artık sanatçı bile sayılmayanlara bu san da kötü bir yafta sayılmazdı doğrusu günümüzde.

Ben neler yazacaktım, neler yazdım. Öyleyse konumuza dönelim: Gaziantep'teki dergilerden söz etmek istiyordum. Kentimizde üç yazın dergisi yayınlanıyor. Birincisi Mavi. Bu dergi yayıncısı Mehmet Kara'nın kişisel çabacıyla 10 yıldan beri ayakta. Buna 'Mavi artık ihtiyarladı, ayakta değil, dayakta' ya da daha kibar bir dille 'asada' desek de yeridir. Çünkü Sevgili Kara mütevazı kişisel gücüyle Mavi'yi yıllarca ilkin aylık olarak sürdürdü.

Yazın dergilerine ücret ödemeyi zül sayan okumazlarımız var oldukça, bu tür dergileri desteklemeyi aklının ucundan bile geçirmeyen varsıl kuruluşlarımız umursamaz olunca, yazın dergilerinin tüm parasal sorunu ne yazık ki yayıncısına yükleniyor.

'Bu terazi bu sıkleti çekemez' olup bıçak kemiğe dayanınca Kara kardeşimiz de dergiyi iki ayda bir çıkartmak zorunda kaldı. Şu ara da mevsimlik olarak çıkartıyor. Dilemem ama gidişat bu güzelim derginin ömrünü doldurmaya doğru yol aldığını gösteriyor.

İkinci derginin adı Kumru. Bu derginin de tüm maddi sorumluluğunu 5 yıldır Avukat şair kardeşimiz Hadi Bay sırtlanmış durumda. Bakalım Hadi Bay bu güzel derginin sıkletine kaç yıl daha çekecek? Umarım uzun yıllar çeker.

Dünyanın her yerinde dergiler yazarlarına telif öderler. Gaziantep'te bir dergi daha var ki, giderlerin bir bölümünü telif almayı akıllarından bile geçirmeyen yazarları sağlar. GASED'in yayın organı BASAMAK'dan söz ediyorum.  Gaziantep Kültür Sanat Edebiyat derneğine yer ve salonlarını ücretsiz açmakla kalmayan Yüksek Mimar Kemal Küçükcan, dergi giderlerinin kalan bölümünü de karşılıyor.

Basamak'ın yayın yönetmeni şair yazar Pınar Atay. Bu güzel dergi okuyanlarıyla iki ayda bir buluşuyor. Derginin tek kişilik ordusu olarak baskıya tüm ön hazırlık aşaması onun zorlu çabasıyla geçekleşiyor. Beynine, yüreğine, parmaklarına, gözlerine sağlık bu emekçi kardeşimizin. Basamak'ın da uzun ömürlü olması dileğimizdir.



   
2016-06-13
YORUM YAP
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayına verilecektir. Uygun görülmeyen yorumlarınız yayınlanmayacaktır. Yasal zorunluluk olarak yorum yapan ziyaretçilerimizin IP bilgileri kayıt altına alınacaktır. Teşekkürler...

  Bu yazıya ilk yorumu yapmak ister misiniz?



yazarın diğer yazıları