İlhan NEZOR
|
|||
İlhan NEZOR kimdir? 1968 Trabzon doğumlu.Eğitimci bir ailenin çocuğu olması hasebiyle güzel Anadolu'nun muhtelif yerlerinde bulunma ve farklı kültürlerden istifade etme imkanı buldu.Lise yıllarından itibaren çeşitli yerel ve ulusal gazetelerde şiir,makale ve araştırmaları yayınlanmış olup an itibarı ile,Teknokule-En Politik- Epruli -Manşetto ve Bendeyazarım.com'da günlük makaleleri yayınlanmaktadır.İnşaat teknikeri ,evli ve iki erkek çocuk babası... Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Her şeyimiz var ama..! -1 | |||
Her şeyimiz var ama kırmızı mürekkebimiz yok..! -1
( Şahsıma yönelik iddialara cevabımdır) Önce bir tespitte bulunalım; 1960‘lı yıllarda Türkiye'de, The Times Gazetesi ve Associated Press Ajansı adına görev yapan David Hotham adında birİngiliz gazeteci görev yapmış. Türkiye'deki görevi sona erince, memleketine geri dönmüş ve Türkiye üzerine gözlemlerini içeren "Türkler" adlı bir kitap yazmış. Kitapta, Türkler'in iş yapma biçimi ve düşünce kodları üzerine çok ilginç gözlemlerde bulunuyor. Özetle diyordu ki, 'Türkiye'deki duruma bir bakın. Mantıklı bir tahminde bulunun. Sonra da önünüzdeki kağıda bunun tam zıttını yazın. Mutlaka doğru sonucu kestirmiş olursunuz!' Daha sonra Hotman‘ın bu kitabı, Türkiye'de görev yapan neredeyse tüm yabancı diplomatların başucu kitabı oldu.Hatta öyle ki,Türkiye'ye operasyon yapmaya çalışan istihbarat servisleri de, Hotham'ın kitabını masalarının üstünden hiç eksik etmediler. Neticede Türkiye, 'olmaz olmaz'ların ülkesi olarak lanse edildi. Neden bu hatırlatmayı yapmak zorunda kaldık? Hani derler ya 'Evden ölü çıkacak demişler herkes Uşağın gözüne bakmış' Türkiye‘de düşünen , düşündükçe eriyen , düşüncelerini satırlara döken , dilinin altında bir değil binlerce ifade hapsolmuş bir insansanız eğer, evin uşağı olarak görülür ve ölüm için herkes yüzünüze bakar.Çünkü ölüm, mantıklı bir tahminde bulunup sonra da önündeki kağıda bunun tam zıddını yazıp doğru sonuca varmak isteyenlerin size dayattığı bir tercihtir artık. İnsanda soğuk duş etkisi yapan 'ölüm' den bahsetmek istemezdik.Ancak neylersiniz ki,sosyal medyada bir kaç sitede yazmaya başladığımdan beri zaman zaman haksız eleştirilere maruz kalıyorum.Bilgim ve kontrolüm dışında diğer portallarda yayınlanan görüşlerimiz eleştirel yaklaşımlardan uzaklaşıp adeta bize karşı bir saldırı haline geldi.Hiç tanımadığım , belki de(ki öyledir) müstear isim kullanan bazı zevatlar bizimle temas etmek yerine yargısız infazlarda bulunup ağır ithamlarda bulunuyorlar. Çin'li bilgelerin dediği gibi: 'Gemiyi yüzdüren de batıran da sudur.' Madem ki bu okyanusa demir attık mücadelemizi yapacağız.'Deh' denmiş dünyaya ben mi 'çüş' diyeceğim ? Deve‘ye bindik,çalı ardına gizlenmek olmaz.'Kötü bir yazıyı okumak akortsuz bir sazı dinlemek gibidir'derler.Yazdıklarımız kötü olmalı ki,birilerinin akordunu da bozmuşuz.Bir Fransızatasözü 'Ses çıkarmayan ve gürültü yapmayanlar tehlikelidir.' der. Hiç olamazsa tehlikenin nereden geldiğini bilebiliyoruz.Zeki bir insan olmanın kötü tarafı salak insanlar tarafından deli sanılmaktır. Ama olsun , zeki olanın planları aptal olanın hikayeleri vardır.Çok şükür bizim anlatacak hikayemiz yok,planlarımız var. Ne hikmetse TC. rumuzlu şahıslardan ağır eleştiriler almaktayım.Bunu anlayamıyorum..! İsminin önüne TC,yani ‘Türkiye Cumhuriyeti‘ ünvanını yerleştirenler edep sınırlarını aşarak hem bir şeylere sahip olduklarını ve hem de bir mesaj vermek istediklerini anlatmaya çalışıyorlar.Türkiye Cumhuriyeti‘ne olan aidiyet duygusunu sergilemek sorumluluk gerektirir.Bir başkasına hakaret içermeyi değil.Bu T.C faslı bana yıllar önce (1991) bir anımı hatırlattı.Üniversite yıllarımdaOrtadoğu Gazetesinde 'Geçmiş Zaman' başlıklı köşemde de anlatmıştım.Bugün olduğu gibi o dönemde de PKK Militan ve sempatizanları adeta Türkiye Cumhuriyeti‘ni işgal gücü gibi görüyor ve 'T.C Devleti,T.C Askeri...' vs gibi alaylı ve küçümser ifadeler kullanıyorlardı.Bu durumu o günkü köşemde 'Türkiye Cumhuriyeti'ne T.C diyen yüzsüzler..!' başlığı ile deşifre etmiştik... Dolayısıyla Gezi olayları esnasında , kendini bilmez sözde özgürlük savaşı veren insanlar , tarihlerini bilerek değil, eleştirerek yaşarlar. Geçmişlerini özendikleri biraltın çağ olarak görenler, kendilerini aşmak yerine tarihin kıvılcımlarında eşelenmeye mahkumlar.Bu nedenledir ki,olaylar esnasında içtikleri biraşişelerinden T.C yazarak kalibrelerini de belli etmişlerdir. ![]() Şimdi, isimlerinin önüne gururla taktıkları T.C ekini oluk oluk içtikleri bira ile kutlayan profili düşük çapsızlar akılları sıra bizi eleştirmeye,biraz daha ileri giderek hakaret etmeye başladılar. Onlarca aldığım ve hemen hepsi aynı paralellikte olan, hakaret dolu mail'den sadece bir tanesi sanırım yeterli olacaktır.Hiç tanımadığım T.C ekli bir vatandaş aynen şöyle yazıyor : 'Nezor musun..? Dinazor musun..? nesin bilmem ama bildiğim tek şey var.Yazdıkların bazen gözüme ilişiyor.Anladım ki Tayyip'in paralı askerlerinden,onun köpeklerinden birisin.Kaç para veriyor sana ha söyle adi herif..? Sonunuz geldi , çok değil halkın iktidarında sizi o Alevi düşmanı Yavuz'un Köprüsünde darağacı kurup asacağız.Marmara sularında Köpek Balıklarına yem olacaksınız.Belki de o köpek Balıkları pis cesedinizi yemeyerek onurlu bir davranış sergileyecek...Bekleyin ve görün...' ( T.C Adem Putçu-Çapulist) Ayştayn ne güzel söylemiş 'Bir ön yargıyı kırmak bir atomu parçalamaktan daha zordur' diye.Acaba bu canlı bombaları görseydi,atomu parçalamak için bunca zamanını harcar mıydı? Kendince ünlü olmaya çalışan bu zevatların fahişeden farkı yoktur.Ünlü olmakla fahişe olmak arasında çok fark da yoktur; zira ikisinin hayatı da kamuya mal olmuştur artık. Devamlı deşilirler! Deşilmeye katlanamayanlar ne ünlü ne fahişe olabilirler! 'Hayat üç buçukla dört arasındadır. Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın.' der Filozof Neyzen Tevfik... Üç buçuk atanlara ve bize asılsız iddia ve iftirada bulunanlara karşı cevabımızı vereceğiz.Çünkü bizim kırmızı mürekkebimiz hiç olmadı. 21. yüzyılın belkide en sıra dışı filozofu kabul edilen Yugoslav Slavoj Zizekİstanbul'da katıldığı bir toplantıda yaşanmış bir öykü anlatmıştı. Soğuk savaş döneminde çok tanınmış bir muhalif,Doğu Almanya‘dan ,Sibirya‘ya sürgüne gönderiliyor.Sürgüne gitmeden önce arkadaşları ile son olarak bir araya geliyor.Neler yapacakları hususunda görüş alışverişinde bulunuyorlar.Sadece mektupla haberleşme imkanlarının olduğu bir dönemde sürgün cezası alanmuhalif arkadaşlarına 'Ben oradan sizlere mektuplar yazacağım.Ancak aramızda bir şifre oluşturalım ve bu şifre aracılığı ile iletişime geçelim.Eğer ben mavi mürekkep ile bir şeyler yazarsam biliniz ki her şey doğru.Yok eğer kırmızı mürekkeple yazarsam her şey yanlış ' Neticede Sibirya sürgünü başlıyor.Bir kaç ay sonra mavi mürekkeple yazılmış ilk mektubunu yolluyor arkadaşlarına.Mektubunda,çok rahat bir yolculuk yaptığını,çok iyi karşılandığını,kendisine rahat bir ev tahsis edildiğini,her türlü imkanın sağlandığını,sinemaya,tiyatroya gittiğini,marketten her türlü ihtiyacını temin edebildiğini,burada her şeyin olduğunu ancak kırmızı mürekkebinkesinlikle olmadığını anlatıyor. İşte bütün sorun burada... Evet,bizim her şeyimiz fazlası ile var ama kırmızı mürekkebimiz yok.Dolayısıyla yazacağımız her şey doğru olmak zorunda.Hiç kimse bizi Probağanda malzemesi olarak göremez.Bize karşı oluşturulmak istenen bu dezenformasyona karşı tokat gibi cevaplarımız elbette var... (devam edecek) ilhan NEZOR |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2016-07-04 | |||
|
|||