Yusuf Ziya DÖGER
|
|||
![]() Sosyolog / Öğretmen Türkçeyi on yaşından sonra öğrendi, sonradan öğrendiği dil ile nispeten yazabiliyor, anlayabiliyor ve okuyabiliyor. Şimdi ise öğrencileriyle sonradan öğrendiği dil ile felsefe yapmaya çalışıyor. Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Resmi tarihe karşı yerel tarih | |||
![]() Egemen otorite ve düşünceler, resmi tarihe dayalı olarak oluşturdukları tarih anlayışıyla kendilerini toplum nezdinde zorla meşrulaştırmaya çalışırlar. Ancak öte yandan halkın acılarını ve ezilmişliğini ortaya çıkaran, yerel tarihe ait düşünce ve anlayışların ortaya konulması da halkın kendisini anlatması, ifade etmesi bakımından önemli ve insanı bir haktır. Sınırları hile ve fesat ile çizilmiş toplumlarda yaşayan dinsel ve etnik kökenli kesimlere ait yerel tarih verileri, elittik egemen düşünce ve otorite tarafından onlara biçilen toplumsal rol ve konumun anlaşılması için vazgeçilmez belgelerdir. Toplumun bir bölümünü oluşturan dinsel ve etnik topluluklar ancak yerel tarihle kendilerini tanımlayarak varoluşlarını gerçekleştirmektedirler. Bu nedenle resmi tarih formatıyla onlara yönelik oluşturulmak istenen asimilasyon ve entegrasyon emelleri ancak bu tarihe ait veriler üzerinden okunarak anlamlandırılabilir. Egemen otorite ve düşüncenin herhangi bir nedenden dolayı gizleme ihtiyacı duyduğu dinsel ve etnik kesimlere ait yaşanmış travmatik acılar yerel tarih verileriyle açığa çıkarılabilir. Bu travmaların toplum tarafından paylaşılmasına olanak sağlayacak yerel tarih, yaşanmış acılara yönelik toplumsal bilinçaltının da nispeten boşalmasına da katkı sunar. Dolayısıyla toplumdan gizlenen yaşatılmış tarihsel gerçekliklerden kaynaklanabilecek nefret suçlarının önlenmesi de ancak yerel tarihle mümkündür. Toplumsal hafızada oluşmuş bu türden yönelimlerin ortadan kaldırılması için de yerel tarih, kritik bir öneme sahiptir. Toplumun bir kesimine ait olan bu yerel tarih ile devletin onlara geçmişte yaşattığı travma ve acılar net bir biçimde ortaya konulabilirken, dönemsel anlamda devlet temsilcilerinin de onlara yönelik yaklaşım ve bakış açılarının belirlenmesi için önemli bir veri kaynağıdır. Ki bu dönemsel nitelikler arz eden onlara yönelik uygulama biçimlerinin farklılaşması aynı zamanda devlet denilen yapının yerel halkı algılamasına dair değişmeyi yansıtır. Bu yansımalarla devlet uygulamaların sistem veya yönetici elitin iradesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı kolaylıkla belirlenebilir. Bir toplumsal kesimin tarihin herhangi bir evresinde yaşamış olduğu trajedileri unutması elbette kolay değildir. Ancak bu trajedilerin yerel halk üzerinde yaratığı etkinin minimize edilmesi de öncelikle egemen otorite ve düşünceye düşen görevdir. Trajediyi yaşayan dinsel ve etnik kesimlerin sonraki kuşakları öncelikle devlet uygulamalarındaki farklılaşmaya odaklanırlar. Sonrasında ise yeni kuşaklarla onlardan önce yaşanmış olan trajedi ve acıların yarattığı etkileri minimize etmek için kendilerine göre çıkışlar üreterek bir nebze de olsa rahatlama ve normalleşme sağlamaya çalışırlar. Tabii ki bu durum her iki taraf açısından da insani bir eylem biçimi olarak karşılandığı sürece iyi, aksi durum ise karşılıklı olarak sonu gelmez nefret suçlarının yeniden yaşanmasını sağlayacak veriler üretmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Bu nedenle bir toplumun varoluşu, elbette geçmişte yaşadığı yerel tarihe ait trajedi ve travmaları barındırırken aynı zamanda toplumun yerelde sağladığı başarı ve kahramanlıklardan da bağımsız olarak ele alınamaz. Bu durum ise bir topluma ait varoluşu sürekli kılan gerçekliği kavrama yolunun yerel tarihe ait kahramanlık ve acılarından bağımsız olmadığını da açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla toplumun geleceğe yönelik oluşturduğu stratejiler de bu varoluşun devamını sağlayacak mantık örgüsüne ve bakışa sahip olmalıdır. Toplumun sonraki kuşakları da tarihsel süreçte oluşmuş tüm olumsuzluklara rağmen kendilerini geleceğe taşıyacak korumayı hedefleyen stratejiler geliştirerek yön belirlemeye çalışırlar. Amaçlanan ise trajediye maruz kalmış atalarının oluşturdukları duruşa aykırılık taşımayan bir yönelim belirleyerek geleceğe dair varoluş alanı açmaktır. Yerel tarihle toplumun belli kesimleri egemen otoritenin amaç ve beklentilerini çözme imkânı bularak, kendilerini buna göre konumlandırarak geleceğe yönelik tutum belirlerler. Belirlenen bu tutum çerçevesinde yerele ait geleceğin nasıl inşa edileceği ve beklentilerinin neye yönelik olacağı da belirlenmiş olur. Yerel tarihin bilinmesi ve egemen otoritenin bundaki rolünün belirlenmesi neticesinde her iki tarafın alacağı tutum gelecek açısından önem arz etmektedir. Ki egemen otoritenin açığa çıkarılan veriler karşısında takındığı tutum toplumsal birlikteliğin geleceği açısından da önemlidir. Yerelin oluşturduğu gelecek stratejisi de birlikteliğe veya farklılaşmaya yönelik veriler taşır. Eğer yerel, birlikteliği dayatmacı zorunluluk olarak algılıyorsa bu geleceğe yönelik çatırdama alameti olarak da kabul edilebilir. Ancak yerel bunu zorunluluk olarak değil de çaresizlik şeklinde bir algıya dönüştürmüş ise çıkış için uygun zaman ve zemin arayışına bırakmış demektir. Yerelin geçmişi doğru okunup okunmamasıyla alakalı bakış üretmesinden kaynaklanan veriler egemen otoritenin geleceğe yönelik alacağı tavrın belirlenmesinde etkili olur. Yerelin kendisini konumlandırıp tanımlama biçimi ise varoluşun gerçekleşmesini sağlayan en önemli unsurdur. |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2013-07-28 | |||
|
|||