Bu sayfadaki içerik, Adobe Flash Player'ın daha yeni bir sürümünü gerektiriyor.

Adobe Flash player Edinin


GÜNDEM POLİTİKA DÜNYA EKONOMİ SPOR 17 Ağustos 2016
Osman TATLI
Osman TATLI kimdir?

Email: [email protected]
  YAZARIN SAYFASI
İncir Reçeli: Bar Aşkı
Romantizmin popüler olduğu sinema da karakterleri öldürmek bir zorunluluğa dönüştü. Seyirciyi ekrana kilitlemek, heyecan dalgasını yükseltmek, ayrılık acısını hissettirmek, hayal kırıklığı oluşturmak için dramatik bir son gerekiyor. Bu son için de kadının ya da erkeğin amansız bir hastalığa yakalanması ya da ani bir ölüm, trafik kazası geçirmesi gerekiyor. Eskiden melodram filmlerinde ayrılığın farklı nedenleri olurdu; kadın/erkek fakir, erkek/kadın zengin olurdu. Araya gaddar babalar girerdi. Gaddar babaların dedikleri olurdu. Kültürel farklılıklar olurdu, ayrılık yaşanırdı. Ya da etik değerler araya girerdi. Kısacası ayrılık ve hüzün için dramatik ölümlere gerek duyulmazdı. Günümüz ise eski tarz aşkları aştığı için, yeni kurgularda sevgililerden birinin ölmesi gerekiyor ki filmin sonu romantik bitsin, seyirci duygusal olarak şahlansın.

Melodram filmlerindeki aşklar biraz halktan izler taşırdı. Halka uzak bir aşk yoktu. Aşklarda masumiyet vardı. Sıcaklık hissi verirdi. Günümüzde ise aşklar evlere ve barlara hapis edildi. Olaylar evde yemek sofrasında ya yatakta geçiyor; bar da ise müzik eşliğinde delicesine sallanmak ya da aralıksız bira, viski vb. içmekle geçiyor. Fazla mekâna gerek duyulmuyor. Âşıklarımızın hayatı bundan ibarettir. Başka dertleri yok. Sanatsever ve entelektüel karakterdirler. Arada gitar, arada kitap, arada bir iki tablo, arada müzik ve üstüne de masalımsı bir aşkla film kurgularımızın oluşturulmasına yetiyor. Sahi seyirciler de bar ve ev arasında mı yaşıyorlar? Bara gidemezler mi giderler tabii, bu bir eleştiri değil zaten; eleştiri olan son dönem aşk filmlerin bar da geçmesidir. Bar dışında bir hayatın olmamasıdır. Adeta bar kültürü, bar algısının dayatmasıyla karşı karşıyayız. Barlar dışında aşkın yaşanacak başka mekânları yok mu? Bir kıtlık mı var? Anlamakta zorlandığımız kısım burası. Ayık olmayan bir kafa ile aşk nasıl yaşanır bilemiyorum. Seyircinin de bunu düşündüğünü sanmıyorum.

Sabahı, gecesi belli olmayan Metin karakterimiz. Hangi arada ayıklaşıp, skeç ve senaryo yazıyor olmasının ötesinde hayatı barda içmekle geçen birinin sosyal konuları ele alan skeçleri nasıl yazdığı daha dikkatli çözümlemek gerekiyor. Güldürüyü ve düşündürtmeyi bir araya getiren skeç, sosyal kültürel ve siyasi dokuyu iyi bilmeyi gerektirir.  Metin'in hayatında hiçbiri yok. Mağarada yaşayan görüntüsü yetmiyormuş gibi mağaradan çıkınca karşısına çıkan ilk kadına tutulması da senaryonun aceleciliği olsa gerek.

Aşk yazan ama âşık olamayan ve aşkı yazdıklarına hissettiremeyen bir karakter Metin ki âşık olduktan sonra yazdığı senaryo diğerlerinden farklı bir yer tutuyor.  İlk defa âşık olan bir karakter izlenimi veriyor. Elinin altında kadınlar olmasına rağmen nedensiz bir şekilde ilgilenmiyor. Sınırlı, mesafeli ve muhafazakâr bir görüntü veriyor. Kadınlardan neden uzak bilinmez ama aşk yaşaması içinde bir kadının zorlaması gerekiyor. Öleceğini bilen bir kadın, bir erkeği neden kendine âşık eder ya da âşık olma arzusu içine girer. Yönetmen bu sorularla ilgilenmemiş. İlgilendiği dramatik bir aşktır.

Türkiye sinemasındaki son dönem aşk filmleri ki çoğu taklit olsa gerek kurguları birbirine benzeye başladığıdır. Erkek ve kadı birbirine hızlı âşık oluyorlar, mutlu bir yarım saat geçiriyorlar, sonra her mutluluğu bir sonu var anlayışıyla, aşka darbe vuruyorlar. Elbette ki seyirci mutlu sonla biten filmleri sevmiyor. Mutluluk değil, acılar ilgimizi geçiyor galiba. Acıyı mı önemser olduk yoksa kendimize mutluluğu layık mı görmüyoruz.

Kurgu hataları, filmin hikâyesinin absürtlüğü ve oyuncuların yetersizliği üzerinde durmayı gerek görmüyoruz ki bu çalışmamızın dışında kalan bir konu. Her seyircinin çok rahat fark edebileceği bariz kurgu hataları mevcut. Yeter ki duygusallığın rüzgârına kapılmasın. Filmdeki algı ve tema ile ilgilendiğimizden filmin bu yönleri geçiyoruz. Gelelim filmin algı mesajlarına:

·  Bar ortamında erkekler kadınlara; kadınlar erkeklere sarkıp bir gecelik ilişki talep etmek normal bir şeydir.

·  Barda insanlar kütük gibi sarhoş olup, eve gidemeyecek kadar şuursuzlaşabiliyor.

·  Barda insanların neden su içer gibi bira, viski vb içtiklerinin bir nedeni yok. Filmde bununla ilgilenmiyor. Verilen tek algı zevk için içtikleridir. Zevk için içiyorlarsa demek ki bara gidenlerin hiçbir derdi yok. İşleri de yok, düzenli bir hayatları da yok, aile diye bir kavram zaten hiç konuşulmuyor. Zevk için iç, oradan bir hatun ya da erkek ayarla, şehvetini tatmin et, diğer gün aynı ve böyle devam eden bir hayat...

·  Hayat: bar, ev ve aşktan ibarettir. Başka önemli bir şey yok.

·  İlişkide kadın aktif rol oynamalıdır. Erkek pasifse kadın istediklerini rahatlıkla dile getirmelidir. Kadın kaçar; erkek kovalar klişesine bir tepki vardır. Filmde zaten roller değişmiş durumda, kadın belirleyici erkek tabii olandır.

·  Kadın ve erkeğin bir araya gelişi sevişme üzerinedir. Sürekli sevişmek yok repliği birinde hastalık, diğerinde sadakat ifade etse de sonuçta tanımadıkları insanlarla sevişmek doğallaştırılıyor. Aşk ya da duygu aranmıyor.

·  Babalar en iyisini bilmez repliği babaları değersizleştirme değil de toplumda babaların evlatlarının hayatlarında belirleyici olma rollerine bir eleştiri olarak görülebilir. Babalar yanılabilir, kendi içinde bastırdıklarını çocuklarının omzuna yükleme hakları yoktur. Babalar, bazen çocuklarını tanıdıklarını sanır; ama yanıldıkları da çok olmuştur. Babaların ben çocuğumu tanıyorum, onun için en iyisini bilirim anlayışını bir kenara bırakmalıdır. Evlatlar hata da yapsa, kendi yollarını yani kendilerine ait olanı bulmalarında fırsat vermeli.

·  Beş para etmez ön yargılar da güzel ve derinliği olan bir replik. Ön yargılarımızın kurbanı bir toplum olduğumuz için, vurgu önemli. Ne kadar yeterli bilinmez. Sormak yerine gördükleri yanlışlara göre karar veren ve sonra pişman olan ama iş işten geçmiş bir yaşamın kurbanı insanlarız. Bu toplumun insanlarına sormak neden zor gelir, öfke nöbetine kapılıp, köşesine çekilir ya da silah çekilip mermi yağmuruna tutulur. Filmimiz modern bir anlayışı taşımazsa yataktaki baba delik deşik edilirdi.

·  Öyleyse aşk ön yargıları aşmalıdır. Eğer aşk ise tabii.

·  Aşk ayrılığı; insanı sanatçı yapıyor. Yani senarist, müzisyen, yazar, fotoğrafçı. Halkımızı ise katil yapıyor ya da psikopat bir dayakçı.

·  Sarhoş ve ön yargılı biri, herkesi kendine bırakacak bir film senaryosu yazabiliyor. Birileri de sarhoşun filmine methiyeler yazabiliyor.

·  Yapımcılar için, filmin içeriği değil, satışı önemlidir. Niteliğin önemi yok.

·  Bar dostluğu diye bir şey yok. Herkes bencil bir hayat yaşıyor. Kimse kimsenin umurunda değil. Zaten insanlar barda dost aramaz, sevişecek birini arar. Metin de sürekli yalnız ve kimse de onun umurunda değil.

·  Bilgi için arama motorları; senaryo yazmak için kitaba gerek varmış.

·  Filmi dramatikleştirmek için bilimsel bilgiler önemsenmeyip, yanlış bilgiler verilebilirmiş. AIDS sosyal bir vakaya değinmekle farklı bir tema olsa da AIDS dernekleri filmdeki bilgilerin yanlışlıkları üzerine basın açıklaması yaptılar. Demek ki filmlerdeki bilgilere fazla inanmamak gerekiyor. Filmleri bilgi kaynağı edinenlere önemle hatırlatılır.

·  Ölmeyi bekleyen biri, sırf kendi duyguları için başkasının hayatını mahvedebilir.  Adamı kendine âşık et, elini kes AIDS olduğunu hatırla ve adamdan kaç. Madem AIDS olduğunu biliyorsun ve bu ilişkiden bir şey çıkmayacağını bilmiyorsun neden sevdiğin insanın hayatını karartırsın. Şöyle diyelim, 25 yaşına kadar kaç kişiyi kendine âşık etti acaba?

·  Filmin en tartılması gereken konusu ise aşk ve şehvet arasındaki ilişki olsa gerek. Aşk, şehvetten bağımsız mı? Şehvet olmadan aşk olur mu? Şehvet için zaten aşka gerek olmadığını biliyoruz. Bardan çıkışlardaki tek gecelik ilişkilerden bunu biliyoruz. Kahramanlarımız ölesiye birbirine âşık ve birbirlerini arzuluyorlar; ama birbirine dokunmuyorlar. Demek ki her şey cinsellik değilmiş. Âşık şehvet kurbanı olmaya biliyor. Şehvet olmadan da aşk yaşanabiliyor.

Bar aşklarının bizim için bir gerçekliği ve samimiyeti yok. Halk içinde bir gerçekliği olmadığı da ortadadır zaten. Her ne kadar filmlerle böyle moda oluşturulsa da kalıcılığı ve belirleyiciliği zordur. Sokaktaki insanların duygularını ve yaşamlarını ekrana yansıtmayan filmlerin varlığı su üzerindeki köpüktür. Romantizm barda ve yatakta yaşanan bir duygu değildir. Böyle anlamlı ve yüreklere temas eden duygunun içki şişeleri arasında sempatikleştirmek, bu topluma yabancı olmanın bir göstergesidir. Kendi yaşam biçimlerini, topluma dayatmanın doğru bir sanat anlayışı olmadığı, tarihe gömülen filmlerden anlaşılması gerekmektedir.

Aşk, sevgili hayattan iken incir reçeli yemeyip; öldükten sonra yemek değildir. Aşk, kişilerin kendine özgü olan özelliklerini ortadan kaldırmaz. Aşk, duygu bağının getirdiği saygıdan oluşan ortak bir yaşam alanı oluşturmaktır.

osman tatlı

[email protected] 

facebook.com/osmantatli63



   
2016-08-04
YORUM YAP
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayına verilecektir. Uygun görülmeyen yorumlarınız yayınlanmayacaktır. Yasal zorunluluk olarak yorum yapan ziyaretçilerimizin IP bilgileri kayıt altına alınacaktır. Teşekkürler...

  Bu yazıya ilk yorumu yapmak ister misiniz?



yazarın diğer yazıları
- Bir Varmış Bir Yokmuş: Bir de Gerçek Varmış
- Ateistler ve Algı
- Eğitimde Sevginin Dili Filmler
- Facebook Bağımlılığı
- Hayalim Yazar Olmak
- Facebook ve Cinsellik
- Öğretmenimize Mektup
- Görücü Usulü Facebook Aşkları
- Yazdıklarına Güven
- Bilgisayara mı yoksa kağıda mı yazmalı?
- Türkiye Sinema Seyircisi
- Simurg'un Bendeki Çağrışımı
- Facebook Üyeleriyle Yapılan Görüşmeler...
- Türkiye'de Facebook ve İletişim
- Metresliğe Methiyeler