Osman TATLI
|
|||
![]() Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Türk Sinemasında Kürtlere Bakış | |||
![]() Kürtlerin kendi tarihlerini bilmesi kadar, kendi insanların sanat alanında yaptığı çalışmaları da bilme hakları vardır. En azından kendi insanların yapılan çalışmalarda nerede, nasıl yer aldıklarını bilmesi doğal bir durumdur. Ancak yaşanan bu doğal durumu mecburi bir ihtiyaç haline getirildi. Gönül isterdi ki Türkiye sinemasında Kürtlerin kültürü denilseydi ve bu alanda ciddi çalışmalar yapılsaydı. Ama siyasi gelişmeler yüzünde Kürtler kendi varlıklarını ortaya koyma mecburiyetinde bırakıldı. Siyasi alanda var olma çabaları sürerken, kültürel motiflere sıranın geç geleceğini gösteriyor. Yücel, kitabının ilk otuz sayfasında kitabın içeriğiyle alakası olmayan, ama bu alanda yazı yazmışım boşuna gitmesin mantığıyla kitabın içeriğiyle alakası olmayan bir çalışma eklemiş. O da Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde müzikten ve musikiden bahsedilmesidir. Padişahların ve Atatürk'ten örneklerle açıklanan bölümü sabırla okurken yazarın Kürtler konusunda nasıl bağlayacağını merakla bekledim. Bağlantıyı kaçırmayayım diye satır satır okuyup, dikkatle süzerken üzülerek belirteyim ki bağlantıyı kuramadım. Musiki ve sinemada Kürtleri anlamamışken Atatürk ve Ziya Gökalp arasındaki ilişkin yazının kitaptaki ilişkisini anlamakta zorlandım. Dilerim diğer baskılarda bu fuzuli konular kitaptan çıkarılarak, cumhuriyetin ilk dönemlerinde Kürtlerin durumu sinema paralelinde ele alınarak, güzel bir çalışma yapılır. Yücel, çalışmasında tarafsız bir tutum takınması takdire şayandır. Özellikle sinema Kürtlerin işleyişindeki acımasızlığı gözler önüne sermesi, yapımcı ve yönetmenlerin nasıl gösterdikleri kısımları önemlidir. Kürtlerin, sinemadaki varlığı maalesef bir dekor kadar kıymetinin olmadığını kitabın birçok yerinde üzülerek görüyoruz. Kürtleri, aşağılayan bir sinemamızın olması utanç vericidir. Hele faşist bir kafayla duruma yaklaşılması vahimden ötedir. Ben bu tutumların rastgele olmadığına inanlardanım. Bu tutum yapımcıların ve yönetmenlerin - ki bunlar bu ülkenin aydınları olarak lanse edilenlerdir- bakış açılarının ne kadar faşizan olduğunu gösteriyor. Bu kadar önyargılı ve acımaz olmaları, acaba Kürtler bu insanlara ne yaptı da bu muameleyi hak ettiler sorusunu soramadan edemiyor. Mazlum bir hakkın cani, cahil, görgüsüz, aptal gösteren sinemamızın(üzülerek ve utanarak bu ifadeyi kullanıyorum) içler acı halini görmek için kitaba göz atılması bile kafidir. Yazmakta zorlansam da okuyucu için uzun bir metin olsa da sinemamızın Kürtleri nasıl aşağıladığını ve ötekileştirdiğini güzel örnekleyen alıntıyı paylaşmak istiyorum. Alıntıdan sonra söyleyecek söz bulamadığımdan gerisini okuyucuya bırakıyorum. Dersim: Dağları Bekleyen Kız Atıf Yılmaz'ın Urfa'da başlayan, Diyarbakır'la devam eden yolculuğunun üçüncü durağı Dersim'dir: Dağları Bekleyen Kız aynı adla yayınlanan Esat Mahmut Karakurt'un romanından sinemaya uyarlanmıştır. Film 1955'te çekilmiştir...Bilgi toplamak için Uçakla Dersim Dağları'nda keşfe çıkan Hava Mülazımı Adnan dağlar arasında bir kıza (Zeynep) rastlar. Birbirlerine aşık olurlar. Zeynep, Türk uçakları düşürmüş, hatta Adnan'ın yakın arkadaşı Sermet'i de öldürmüştür. Aşk ikisini bir araya getirmiştir. Bunun üzerine Zeynep önce Bedenini, sonra silahını Adnan'a bırakıp, teslim olur. Ardından arkadaşlarının yerlerini orduya bildirir, ordu 'eşkıyanın kökünü kazar'. Zeynep, idamdan kurtulur. Mutlu son. Gerçekte ise Dağları Bekleyen Kız, Dersim İsyanı öncesini anlatan, aşk ve entrika etrafında Kürtleri aşağılayan, düpedüz Kürtleri vahşi olarak gösteren bir romandır. Film ise öğrenebildiğim kadarıyla Havva Kuvvetleri'nin katkılarıyla çekilmiştir. Filmde Kürt kızı Zeynep'i Sezer Sezin, Teğmen Adnan'ı Kenan Artun oynamıştır. Dersim'de dağdakiler her ne kadar eşkıya olarak tanıtılsalar da, isyancıdırlar ve Adnan isyanı bastırmak üzere Dersim dağlarına gitmiştir. Kürt sorununa çözüm reçetesiyse şöyledir: Silahı indir, arkadaşlarını ihbar et, teslim ol: Vahşisin, ancak böyle evcilleşirsin. Esat Mahmut Karakurt'un Kürtlerle ilgili duygu ve düşünceleriyse tüyler ürperticidir: 'Bunlara aşağı yukarı vahşi denilebilir. Hayatlarında hiçbir şeyin farkına varmamışlardır. Bütün bildikleri sema ve kayadır. Bir ayı yavrusu nasıl yaşarsa o da öyle yaşar. İşte ağrı'dakiler bu nevidendir. Şimdi siz tasavvur edin; bir kurdun, bir ayının bile dolaşmaya cesaret edemediği bu yalçın kayaların üzerinde yırtıcı hayvan hayatı yaşayanlar ne derece vahşidirler. Hayatlarında acımanın manasını öğrenememişlerdir. Hunhar, atılgan, vahşi ve yırtıcıdırlar. Çok alçaktırlar. Yakaladıkları takdirde bir kurşunla öldürmezler. Gözünüzü oyarlar, burnunuzu keserler, tırnaklarınızı sökerler ve öyle öldürürler. Kadınları da öyle imiş' Dönemin egemen bakış açısı budur: Kendini açıklamak için, başkasını yok saymak, bu da yok etmenin başka bir biçimidir. Dağları Bekleyen Kız'ın kahramanı Teğmen Adnan cesur ve yakışıklıdır; Zeynep ise kaba, vahşi ve kötüdür: Bu imgelerin yaradığı tek bir şey vardır: İyi Türk, yakışıklı Türk, merhametli Türk bir silsile olara şoven yazarlar tarafından sıkça tekrar edilmiştir. Dikkatimi çeken, iyi ve yakışıklı; merhamet sahibi ve yiğit figürlerinin hep erkekle açıklanmasıdır. Kadın ya vahşi ya da sığıntı; erkekle birlikte medenileşen bir varlık bile değildir., amaçların basit bir aracıdır. Dağları Bekleyen Kız yani Zeynep vahşidir. Bilinen bir erkek dili değildir, feodal bir düzlemde söz konusu edilen bir erkeklik değildir bu; erkek, askerdir, cumhuriyeti temsil eder, doğasıyla medenidir. Vahşi ve sığıntı formatı, kadın olmalarından kaynaklanan bir durum değildir, tümüyle Kürt olmalarından kaynaklanmaktadır.' Osman Tatlı www.osmantatli.com.tr [email protected] |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2013-07-30 | |||
|
|||