Bu sayfadaki içerik, Adobe Flash Player'ın daha yeni bir sürümünü gerektiriyor.

Adobe Flash player Edinin


GÜNDEM POLİTİKA DÜNYA EKONOMİ SPOR 22 Eylül 2013
Menderes ALPKUTLU
Menderes ALPKUTLU kimdir?
Alpkutlu, Tarih öğretmenliğiyle lisans, Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi alanıyla ise yüksek lisansını tamamlamış, aynı alanda doktorası ve akademisyenliği devam etmekte olup, İngilizce ve Osmanlıca bilmektedir.
Email: [email protected]
  YAZARIN SAYFASI
Türkiye'nin yeni dış politikası ve güvenliği
Modern dünyânın içinde bulunduğu insânî değerler ile kapitalist yaşam çatışmasından, devâsa parasal kaynak aktarımına rağmen, büyük bir güvenlik bunalımının ortaya çıktığından söz edilebilir. Hâliyle, bu bunalımın önemli bir ayağını da dış güvenlik oluşturmaktadır.
Dış güvenlik, ülkenin neresinde ve nasıl sonuçlandığına bakılmadan, ülke dışından kaynaklanıp, ülkenin iç huzur ve güvenliği ile dış itibarını tehdit eden her türlü söz ve eylem olarak görülebilir.  Dolayısıyla, dış güvenlik meselesinde pek çok etken söz konusu olmakla birlikte, başat bir diğer etkenin de ülkelerin dışişleri yönetimi olduğu açıktır.

Bir başka deyişle, dış güvenliğin sağlanmasıyla süreklilik veya sağlamlığını belirleyen en önemli unsur, yalın askerî gücün ötesinde, diplomatik güçte görülebilir. Nitekim, gelişmiş ülkelerin de dış güvenlik hizmetinin odağında, güçlü diplomasiye dayana dış politikanın olduğu, küresel dünyanın bir realitesidir.  Yâni, alanına ve dünyâ târihine hâkim bir dışişleri kadrosu, küresel dünyâ koşullarında dış güvenlikte gittikçe daha fazla ön plana çıkmaktadır.

Dünyâ târihinde, özellikle Sanayi Devrimi ile başlayan yeni güvenlik ihtiyacı, savaşların maliyeti ve insân kaybı gittikçe artmasının da etkisiyle, daha barışçıl yollarla temin edilmeye çalışılmıştır. Özellikle, diplomasinin dış güvenlikteki önemi de bu paralelde sürekli artmıştır. Öyle ki, diplomasinin yükselen bu önemi, dünyânın yüz yüze kaldığı iki dünyâ savaşının neticesinde gerçekleşen ağır kayıplardan sonra, zirve yapmıştır. Buna bir de ikinci dünyâ savaşını gidişatını ve târihteki yerini değiştiren atom bombaları eklenince, diplomasi, tam manâsıyla, çıkar çatışması yaşayan güçlerin can simidi olmuştur. Dolayısıyla, büyük devletler, dünyâ savaşına yol açabilecek girişimlerden kaçınmış ve sorunlarını diplomasi ile çözme arayışlarını merkeze almışlardır.

Ancak, dünyânın güçlü ülkelerinin dış güvenlikte temel taktiği olan ve günümüzde de ağırlık kullanılmaya çalışılan diplomasi, mâalesef, geri kalmış ülkelerin güvenlik meselelerinin çözümünde etkili olduğu pek de söylenemez. Bunda da temel etken, bu ülkelerin siyâsî ve ekonomik olarak sömürülmeleriyle hem kendilerinin koruyabilecek insân gücü, hem de buna bağlı olarak dış politikacılardan yoksun olmaları gösterilebilir. Açıkçası, güvenlik alanında da bu ihtiyacın giderilme yöntemi, dünyâda pek çok alanda olduğu gibi, gelişmiş, gelişmekte ve gelişmemiş ülkeler kategorisine göre farklılık arz etmiştir.

Türkiye'nin de dış güvenliği, gerek müşevveş klasik bakış aşısı ve gerekse de yeni uygulamaya konulan derin paradigmalarla bu çerçevede ele alındığında daha iyi anlaşılabilir. Zirâ Türkiye, yıllar süren geri kalmışlık ve akabinde ise gelişmekte ülke pozisyonuyla uzun yıllar kendi içinde cebelleşen mekanik güvenlik yaklaşımları sergilemiştir.  Öyle ki, on yıllarca etkisiz, verimsiz ve statik dış politikalarla Türkiye, âdeta kendi medeniyet havzasında kimi zaman düşman kimi zaman ise misafir muamelesi görmüştür. Türkiye'nin, mevcudunu koruma kapalılığı gösteren bu dış politikası, dış güvenliğini de ülkenin dört bir yanının düşman olduğu argümanı üzerinde şekillendirmiştir. 'Yurtta sulh cihanda sulh' söylemi ile dünyâya duyurulan bu dış politika, gelişmiş ülkelerin çıkar alanına müdahâle etmediği için de dünyâ tarafından kabul görmekte zorlanmamıştır.

Ancak, değişen dünyâ koşullarında, kendi iç güvenliğini ve huzurunu sorgulanmaya başlayan Türkiye, girdiği siyâsî arayışlar neticesinde yeni güvenlik yaklaşımları sergileme cesareti de gösterebilmiştir. Bu arayışların temelinde ise, hâlkını öteleyen ve onu tehdit gören bakış açısından uzaklaşmak yer almıştır. Devlet güvenliğinden halkın güvenliğine evirilen bu yeni bakış açısıyla Türkiye, güvenlik meselesi hâline gelen pek çok konunun kaynağının, hem halkına karşı hem de dış dünyâ ya karşı takındığı tutumdan kaynaklandığını fark etmiştir. Bunun da kaynağının Türkiye'nin içine kapanıklığıyla ihmâl edilen dış politikasının da neticesi olduğunu, ülke hâlkı her geçen gün dâha iyi anlar hâle gelmiştir. Siyâsî ve bürokratik yapı ise, her ne kadar da halkın bu uyanışına uyum sorunu yaşamışsa da, nihâyetinde güvenlik stratejilerindeki değişim kaçınılmaz olmuştur.

Cumhuriyet târihinde Menderes ile başlayıp, Özal ile önemli mesafe katteden yeni dış güvenlik politikasının serüveni, kesintili de olsa, içinde bulunulan yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine kadar, inişli çıkışlı da olsa, devam etmiştir. Bu süreç, özellikle 28 Şubat postmodern askeri müdahâlesiyle son büyük yarasını yemiştir.  Lâkin, Türkiye'nin milli dış politika ve güvenlik yoksunluğunun iç güvenliği tırpanlayan bu son askerî darbesi, bin yıl süreceği öngörülmesine karşın, amacına ulaşamadan târihteki yerini almıştır.

Ancak, yirminci yüzyılın son yıllarında gerçekleşen bu müdahâleye rağmen ülke, içine girdiği kaçınılmaz demokratik süreçten döndürülememiştir. Türk milletinin içine girdiği dirlik, düzen içinde güçlü bir Türkiye arayışı, demokratik yöntemlerle yenide mecrasını bulmakta gecikmemiştir. 3 Kasım 2002 Seçimlerinin neticesi de bu kararlı süreci doğrular nitelik ve nicelikle Türkiye târihinde daha demokratik, güvenlikli ve güçlü bir sürecin tekrar açılmasını sağlamıştır.

Bu dönem, Türkiye için pek çok bakımdan kendi içinde ayrışmışlığına çözüm arayışlarına sahne olmasının yanı sıra, dış politikada da ülkenin statik olan durumunu dinamik bir politikayla değiştirmiştir. Öyle ki, onlarca yılın kendi içine çekilmişliğinin bir neticesi olan neme lazımcı dış politikalar, ülkeye güven ve güvenlik yerine ayrışma, korku ve güvenlik problemleriyle yansımıştır.

Türkiye'nin, dış dünyâdan ve târihi derinliklerinden uzaklaşmasının içerdeki yansıması, uzun yıllar bu havzanın farklılıklarını da ülke içinde tek tipleştirmeyle farklı sorunlara yol açmıştır. PKK, DHKP-C ve MLK gibi pek çok sağ ve sol fraksiyonlu illegal örgüt, bu ayrışmanın neticesinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, gençliği ayrıştırılıp, periferisi ihmâl edilen iç ve dış politikanın neticesinde, on yıllarca süren güvenlik sorunları, ülkenin dinamik nüfus gücünü de heba etmiştir. Bu anlayışın yol açtığı iç çatışma ise, zaman zaman değişen pasif dış politikalarının hem nedeni hem de sonucu olarak, ülkeyi dünyâda müzmin bir iç bunalımla yüz yüze bırakmıştır.

Ancak, hâlkın bu gidişatı aklı selimle ve demokratik kanallarla değiştirme ağırbaşlılığı dâima devam etmiştir. Özellikle, bu gidişata engel olmak için, yirminci asrın son yılları ve yirmi birinci asrın ilk çeyreğinde, büyük çabalar içinde olan bir Türk halkının ısrarlı demokratik tavrı güçlü Türkiye arzusu adına kayda değer görülmüştür.

Lâkin, bu dış politikayla başlayan kendi sinerjisini ve özünü arayış, hem yurt içinde hem de yurt dışında pek de kolay hazmedilememiştir. Dolayısıyla, sürekli değişen söylem ve tepkilerle Türkiye'nin ekseninin kaydığı, Ortadoğulaştığı, Batıdan uzaklaştığı, Yeni Osmanlıcılık politikaları ile emperyalleştiği şeklindeki pek çok niteleme, millet hafızasındaki yerini korumaktadır. Ancak, bütün bu söylemlerin ortaya çıkışlarından bir süre sonra haksız ithamlara dönüşmelerine rağmen,  yeni söylemlerle gündemdeki yerlerini koruduğu da güncelliğini korumaktadır.

Özetle denilebilir ki, târihten gelen ihmâllere rağmen, Türk halkının içinde olduğu dirlik ve birlik arayışı, ülkenin güvenlik algısında yeni demokratik sinerjilerle köklü bir değişime yol açmıştır. Türk dış politikasına da yansıyan bu optimist değişim, uluslararası endeksli pek çok kışkırtma ile yurt içinden de yapılan tepkisel gösterilerle desteklenmek istenmişse de, bundan sonuç alınamamıştır. Ancak, bütün bu engellemelere rağmen, ülke kendini bulma adına geri dönüşü olmayan bir sürece girmiştir. Özellikle, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun ufku ve dış politikadaki proaktif politikası, yalın bir bakışla anlaşılması zor olsa da, halk nezdinde bu sürecin başarılabileceği adına, önemli bir fırsat şeklinde görülmüştür. Târihî derinliği olan bu yeni paradigma, özellikle sayın Bakanın 'Stratejik Derinlik', Teoriden Pratiğe ve 'Küresel Bunalım' kitaplarının da okunması ile daha net bir şekilde anlaşılabilecektir. Dolayısıyla, hem Türkiye'nin yeni vizyonu ve misyonu, hem de Dışişleri Bakanı ile kadrosunun donanımı, Türkiye'nin dış politikası rehberliğinde dış güvenliğinin de daha emin ellerde olduğunu güçlendirmektedir. Ancak, bunun akamete uğratılmaması için Türkiye'nin, en az ABD, Rusya ve İran'ın sinsi dış politikaları kadar, dobra olan politikasını, bu riskli sürece uyarlama ihtiyacı da dikkatlerden kaçmamaktadır.

 



   
2013-09-19
YORUM YAP
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayına verilecektir. Uygun görülmeyen yorumlarınız yayınlanmayacaktır. Yasal zorunluluk olarak yorum yapan ziyaretçilerimizin IP bilgileri kayıt altına alınacaktır. Teşekkürler...

  YORUMLAR 1 sayfada toplam 1 yorum
Merve Dinler
2013-09-19 11:44:43    ip: 88.243.239???
Özellikle Suriye konusunda yapılan yanlış hesaplar ülkenin dış güvenliğini bununla beraber iç barışı ciddi şekilde tehdit eder boyutlara doğru ilerlemektedir..
.......................................................................................................................................................................
1
yazarın diğer yazıları
- Mısır'ın Suriye olmaması için...
- Güvensiz güvenliğin ekonomik boyutu
- Tüketim kültürüyle tüketilen insan/iyet
- Türkiye'de siyaset ve güven
- Üç kutuplu dünyada Suriye çıkmazı
- Türkiye'de gençlik ne ister?
- Suriye müdahalesi ve Türkiye'nin iç..
- Türkiye'nin hala vuruş(turul)maya müsait..
- 'Vuruşanların gölgesinde kaynaşan' dünyanın..
- Çokkültürlü dünyanın tek taraflı..
- Postliberal dünyanın kaotik yapısı
- İnsanı yaşatmayı hedefleyen lider arayışı
- 'Halkını merkeze alan' liderlik (HML)
- İktidarını merkeze alan lider: B. Esed
- Türkiye'nin aşkın güvenlik arayışı
- Türkiye'nin kendini arayışı ve güvenlik..
- Demokrasi ve çokkültürlülük çıkmazı
- Demokrasiye Batı Çelmesi...
- Zulmü durduramamanın gözyaşları
- Türkiye'nin İhtiyaç Duyduğu 1920'ler Ruhu