Mustafa EROL
|
|||
![]() Artvin’in Yusufeli ilçesinde 21.03.1965 tarihinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimimi Akyazı, Sakarya’da tamamladı. Ege Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik Bölümü’nden 1986 yılında mezun oldu. Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile İngiltere Lancaster Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora eğitimini Yoğun Madde Fiziği üzerine yaptı. Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi’nde 1993 yılında yardımcı doçent, 1995 yılında doçent oldu ve 2001 yılından bu yana profesör olarak çalışmaktadır. Bugüne kadar yaklaşık 70 bilimsel makale ve 3 adet kitap katkısı yayınlamıştır. Ulusal ve Uluslararası kongre ve sempozyumlarda yaklaşık 65 bildiri sunmuştur. Son yıllarda özellikle “Bilinç” ve “Kuantum Fiziği” ilişkisi üzerine çalışmalar yapmaktadır. Türk Fizik Derneği İzmir Şubesi ’nin 2004 yılından beri başkanlığını yürütmektedir. 2009 yılından beri Beşiktaş kongre üyesidir. Web: http://kisi.deu.edu.tr/mustafa.erol https://twitter.com/profmustafaerol Email: [email protected] |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Yaşamın Bilimsel Çözümlemesi... | |||
![]() Tarihsel ve antropolojik verilere göre ilk yazılı belgeler bundan yaklaşık 5200 yıl (M.Ö. 3200) öncesine yani ‘Sümerler' dönemine rastlamaktadır. Bu tarihlerin öncesinde yazıdan ve dolayısıyla da sağlıklı sayılabilecek bilgiden ve bilimsel çalışmalardan söz etmek mümkün değildir. Bunun için yazının bulunuşuna kadar geçen döneme ‘tarih öncesi' dönem, yazının bulunuşundan sonraki döneme de ‘tarih dönemi' adı verilmiştir. Tarih öncesi devirler, ‘Taş' ve ‘Maden' devri olmak üzere ikiye ayrılır ve insanoğlu için bu dönem yaklaşık 195 000 yıl sürmüştür. İnsanlığın doğayı anlama ve onunla mücadele etme çabalarının temelleri bu devirlerde atılmıştır. Zira taş devrinde insanlar malzeme olarak taşı kullanmışlar ve yaptıkları aletlerle barınma, avlanma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını gidermişlerdir. Daha sonrasında maden devrinde de çevrede buldukları madenlerden araç-gereç yapmışlar ve bu madenleri yine avlanma, barınma, beslenme gibi ihtiyaçların giderilmesinde kullanmışlardır. Yaklaşık olarak M.Ö. 3200 (5200 yıl önce) yılında yazı ‘Sümerler' tarafından bulunmuştur. Yazının keşfi ile dönemin insanları, kültürleri, yaşam tarzları ve inançları hakkındaki bilgilerimiz hızla artmış ve çok daha net ve doğru bilgilere ulaşma imkanı ortaya çıkmıştır. Yazının keşfedilmesi insanların düşünce ve düşünce biçimleri önemli ölçüde geliştirmiş ve bu şekilde birlikte yaşamanın kuralları ve insanın kendini ve çevresini çok daha derinden sorgulama durumları ortaya çıkmıştır. Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları yine Sümerler tarafından geliştirilmiştir. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti denebilir. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini de atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) Sümerler astronomide de gelişmişler, artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuştur. O dönemde devlet kentlerden oluşmuş ve her kent surlarla çevrilmişti. Kentlerde yüksek bir tepeye bir tapınak yapılırdı ki bu sosyal yaşamın da merkezini oluşturmaktaydı. İşbölümü derinleşmişti; 1. sınıfı din adamları ve askerler 2. sınıfı halk 3. sınıfı ise kölelerin oluşturduğu bir toplumsal hiyerarşi vardı. Sürekli savaşlar sonucunda halktan her insan kolayca köle edinebiliyordu. M.Ö. 3200-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıflar, dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin baş rahibi, aynı zamanda o kentin başkanıydı. Hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve insan görünümündeydiler, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. Tanrılar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirdi. Sümerlerde bu gelişmeler yaşanırken örneğin Çin'de, Hindistan'da, Güney Amerika'da, Ege denizi kıyılarında, Afrika'da, Mısırda, bugünkü İsrail topraklarında ve dünyanın pek çok diğer bölgesinde insanlar köylerde ve daha büyük sayılabilecek topluluklar olarak yaşamlarını daha ilkel sayılabilecek koşullar altında sürdürmekteydiler. İnsan düşüncesindeki bu radikal gelişmeler insanların en temel ihtiyaçlarından olan inanma ihtiyacı ve ‘din-inanç' konusunda da çok ciddi gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Bu dönemde din alanında meydana gelen en önemli gelişme her şeyin mutlak hakimi konumunda bulunan ‘Allah' tarafından ‘Peygamberler' aracılığı ile ‘Kutsal Kitaplar'ın yeryüzüne gönderilmesidir. Yazının icadından yaklaşık 700 yıl sonra M.Ö. 2500 yıllarından itibaren dünyanın değişik bölgelerinde (özellikle Çin, Hindistan, Mısır, Ege kıyıları ve Akdeniz kıyıları) hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya yönelik olarak hem ‘felsefi' hem de ‘bilimsel' sayılabilecek çok önemli çalışmalar başlamıştır. O dönemde felsefe ile bilim henüz ayrışmamış çalışma yöntemleri ve teknikleri açısından aralarında hiçbir fark yoktu. Bu dönemden önce özellikle mısırda, Çin'de, Hindistan'da ve Ege Denizi kıyılarında pek çok felsefe ve inanç şekli insanlar tarafından geliştirilmiş ve yaşanmaktaydı. İnanç alanında bu gelişmeler olurken insanların çevrede olup biten olayları anlama, doğayı kavrama ve refah seviyelerini artırma konusundaki çalışmaları tüm hızıyla devam etmekteydi. Ancak ‘bilimsel sonuçlarla' ‘inanç dünyası' kaçınılmaz bir şekilde çok ciddi bir çatışma içine girmişti. Bu çatışma M.S. 1500 yıllarına kadar yani Avrupa'daki ‘Rönesans' hareketlerine kadar şiddetli bir şekilde devam etmiştir. 15. yüzyılda ortaya çıkan ‘Reform' ve ‘Rönesans' hareketleri ile birlikte ‘gözleme, ölçmeye, hipoteze ve deneye dayalı modern bilimsel yöntem' ortaya çıkmış ve bununla birlikte ‘Bilimsel Devrim' gerçekleşmiştir. Bugün sahip olduğumuz bilimsel bilgi birikiminin ve teknolojik düzeyin ve aletlerin temelinde istisnasız yaklaşık 1700 yıllarından bu yana yapılan bilimsel ve teknolojik çalışmalar yatmaktadır. Bilgisayarlar, her türden iletişim, otomobil, tıp, makine sektörlerindeki son derece gelişmiş teknolojik aletler aslında evrenin var olduğu andan itibaren hep var olan ve zaman ve mekanla asla değişmeyen ve ‘Allah'ın yeryüzündeki eli konumundaki ‘Doğa Yasaları'na dayanmaktadır. Fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimler doğayı anlamaya ve doğa yasalarını çözmeye anlamaya çalışırlar. Daha sonra keşfedilen bu doğa yasaları kullanılarak değişik teknolojiler ve teknolojik cihazlar mühendisler tarafından üretilmekte ve bizlerin kullanımına sunulmaktadır. Şunu anlamak oldukça önemli: ‘yaklaşık 300 yıllık bilimsel çalışmalar bizi bugünkü inanılmaz noktaya getirmiştir' Prof. Dr. Mustafa EROL |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2013-10-04 | |||
|
|||