Bu sayfadaki içerik, Adobe Flash Player'ın daha yeni bir sürümünü gerektiriyor.

Adobe Flash player Edinin


GÜNDEM POLİTİKA DÜNYA EKONOMİ SPOR 18 Kasım 2013
Mustafa EROL
Mustafa EROL kimdir?
Artvin’in Yusufeli ilçesinde 21.03.1965 tarihinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimimi Akyazı, Sakarya’da tamamladı. Ege Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik Bölümü’nden 1986 yılında mezun oldu. Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile İngiltere Lancaster Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora eğitimini Yoğun Madde Fiziği üzerine yaptı. Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi’nde 1993 yılında yardımcı doçent, 1995 yılında doçent oldu ve 2001 yılından bu yana profesör olarak çalışmaktadır. Bugüne kadar yaklaşık 70 bilimsel makale ve 3 adet kitap katkısı yayınlamıştır. Ulusal ve Uluslararası kongre ve sempozyumlarda yaklaşık 65 bildiri sunmuştur. Son yıllarda özellikle “Bilinç” ve “Kuantum Fiziği” ilişkisi üzerine çalışmalar yapmaktadır. Türk Fizik Derneği İzmir Şubesi ’nin 2004 yılından beri başkanlığını yürütmektedir. 2009 yılından beri Beşiktaş kongre üyesidir. Web: http://kisi.deu.edu.tr/mustafa.erol https://twitter.com/profmustafaerol
Email: [email protected]
  YAZARIN SAYFASI
Uyuşturan Televizyon...
Televizyon günümüzde her evde bulunan çok önemli ve etkin teknolojik araçlardan biridir. İlk televizyonun yaklaşık 1926 yılında yayın hayatına başladığı düşünülürse neredeyse 90 yıllık bir geçmişten söz ediyoruz. Televizyon aslına bakılırsa gerçektende mucizevi bir aygıttır. Toplumları şekillendirmek ve yönetmek noktasında ‘internet ve sosyal medya' gelişmelerine rağmen hala en güçlü araç konumundadır.

Televizyon milyonları bir anda ve ‘eşzamanlı' olarak etkisi altına alabilen, insanları derinden etkileme olanağına sahip en önemli teknolojik aygıttır. Bu nedenlerle televizyonun doğru ve yerinde kullanımı aslında son derece önemlidir.

Televizyonun insan üzerindeki etkilerine öncelikle çok kısaca bir bakalım. Malum olduğu üzere televizyon insanın gözüne ve kulağına hitap eden bir araçtır, yani bizlere sadece görüntü ve ses ulaştırır. Dolayısıyla ses ve görüntü ile çok önemli bilgiler insanlara aynı anda ulaştırılabilir, bu açıdan harika bir araçtır. Ancak, ulaştırılan bilgi veya mesajların doğru olması, yararlı ve yerinde olması elbette ki hayati önem taşımaktadır.

Bu konuda televizyonlarımız ne yazık ki sınıfta kalmıştır. Zira bugün ulusal kanalların nerdeyse tamamında ‘prime time' olarak adlandırılan ve herkesin televizyon başında olduğu saatlerde ne yazık ki çoğunlukla ‘dizi filmler' yayınlanmaktadır. Peki, dizi filmler insanlara ne kazandırıyor dersiniz? Sanırım, sadece insanları biraz eğlendiriyor ve olmayacak hayallerin peşine takılmasını sağlıyor. Oysaki o saatlerde en önemli eğitici, öğretici ve bilgilendirici programların yayınlanması gerekmez mi?

Yapımcıların ve televizyon yöneticilerinin reytingi bahane göstererek 'halk bunu istiyor' demelerini kabul etmek mümkün değildir. Zira siz insanlara televizyonlarda ne verirseniz halk onların içinden ancak tercih yapabilmektedir Dolayısıyla böylesine bir cevap asla geçerli olamaz. Prime time da eğitici, öğretici, bilgilendirici programlar yayınlandı da halk izlemedi mi? Eğer televizyonun doğru bir şekilde kullanılması isteniyorsa öncelikle Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)'nun konuyu tüm detaylarıyla ele alarak televizyonlara programların içeriği konusunda yasal sınırlamalar getirmesi gerekir.

Televizyonla ilgili olarak altının çizilmesi gereken bir başka çok önemli nokta da şudur; İnsanın ve dolayısıyla da insan beyninin veya bilincinin ‘aktif' ve ‘pasif' olmak üzere iki temel durumu vardır. Ve insanın üretimi, başarısı ve mutluluğu hangi bilinç durumunda olunduğu ile doğrudan ilişkilidir.

‘Aktif' kişi, beyin veya bilinç, üreten, yazan, çizen, çalışan bilinçtir. Fabrikada, tarlada, atölyede çalışan bir birey, ders veren, okuyan, yazan, tavla oynayan, bulmaca çözen... bireyler hep aktif konumdadır yani çalışırlar ve bir şeyler üretirler. Bilinç aktif olduğu sürece mutlaka bir şeyler üretiyor demektir ve bu durum aynı zamanda insanı mutlu da eder. Burada çok önemli bir başka nokta da bilinç aktif kaldığı sürece aktif kalma eğilimi artacaktır ve sürekli aktif kalmak isteyecektir.

Öte yandan ‘pasif' birey, beyin veya bilinç ise tamamen alıcı konumundadır ve hiçbir üretim yapmıyor demektir. Sürekli pasif olma durumu kişiyi tembelleştirir ve zamanla beynin ve bilincin tamamen pasifize olmasını yani uyuşmasını sağlar ki bu durum ileride son derece tehlikeli gelişmelere neden olabilir.

Televizyonun kişiye verdiği en büyük zarar aslında insanı pasifize etmesi, tembelleştirmesi ve insanın beynini uyuşturmasıdır. Zira televizyon seyreden kişi ne yazık ki gerçektende tam bir ‘pasif bilinç' konumundadır. Bu açıdan bakıldığında televizyonun zararları tahmin edilenden çok daha büyüktür.

Hele bir de bebeklerin ve çocukların televizyon karşısında avutulması, büyütülmesi, onlara verilebilecek en büyük zarardır. Ebeveynlerin bu gerçeğin farkında olması ve çocuklarını televizyon karşısında büyütmemeleri çok önemlidir. Zira sürekli televizyon seyrederek büyüyen çocuğun beyninin gelişmesi, üretim yapabilmesi ve aktif hale geçebilmesi neredeyse imkansızdır. Televizyon karşısında büyüyen çocuklarda özellikle dikkat dağınıklığı, hiperaktivite, stres, depresyon gibi durumların oluşması son derece doğaldır.

Son sözüm; Öncelikle bebeklerinizi ve çocuklarınızı ve tabii ki kendinizi televizyondan mümkün olduğunca uzak tutunuz ve programları izleme konusunda lütfen çok seçici olunuz.

Prof. Dr. Mustafa EROL 

   
2013-10-12
YORUM YAP
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayına verilecektir. Uygun görülmeyen yorumlarınız yayınlanmayacaktır. Yasal zorunluluk olarak yorum yapan ziyaretçilerimizin IP bilgileri kayıt altına alınacaktır. Teşekkürler...

  Bu yazıya ilk yorumu yapmak ister misiniz?



yazarın diğer yazıları
- Rüyalarımızı Nasıl Yorumlamalıyız?
- İdeolojik Adalet...