Bu sayfadaki içerik, Adobe Flash Player'ın daha yeni bir sürümünü gerektiriyor.

Adobe Flash player Edinin


GÜNDEM POLİTİKA DÜNYA EKONOMİ SPOR 10 Aralık 2013
Dilek EJDER
Dilek EJDER kimdir?
ARAŞTIRMACI YAZAR, AFORİZMACI, RESSAM, BESTECİ VE ŞAİR; Zemherinin Kardeleni Sarıkamış'ta 31/ 12/ 1973 doğdu Ejderin Kızı; O tam bir sentez avcısı olduğu için Türkiye'nin hemen hemen her tarafını kaçış karış gezdi ve gördüğü tüm memleket tablolarını yüreğinin duvarlarına astı ve belleğine kazıdı. Altmışa yakın yazar ve şairler derneğine üye olup, birkaç yazar ve şair derneklerinin yöneticiliğini de yapan yazar çeşitli faaliyetlerde ve sosyal aktiviteler de hep başarı göstermeye çalıştı. Uluslararası analiz yolculuğu ise Amerika, Almanya, Dubai, Fransa gibi yerlerde soluk almıştır. 5 yaşında kalemiyle tanışan yazar, sonradan yazar olmak için değil elbet, edebiyatın mutfağından geldiği için pişirmiştir kendisini. Sadece kral değil ona göre bütün halk çıplaktır bazen ve krala çıplak olduğunu haykıran o çocuk gibidir her dem. Eserleri; Zemherinin Kardeleni Sarıkamış. Şehitlerin Ölmedi ki Türkiyem. Töre Esaretinde Aşk. Doğuda Kız Türkiye de Kadın Olmak. Ah Gülizar. Vee çok yakında sürpriz
  YAZARIN SAYFASI
Nevbahardır Ölüm
 Öte görünse de, nühadır, nevbahardır ölüm. 

Her defasın da eskimeyen bir yüz, bayatlamayan bir tatdır, yüreğin damağında.

Geride acı bıraksa da kalanlara, kendi şeker tadı kendinde beraberdir de, kendisiyle gider öteye. Her hayat bir ötedir, herkes kendi hayat yolculuğunun ötekisi.

Herkes kendini arar ötelerde, ya da kendinde ötekileri.

Kimse ötelerde bulamaz aradığını, herkes kendinde bulur ötekini ve kendini.

Çünkü öteler kendindedir, uzakta değil.

Çünkü öte vardır, yoktur öteki.

Öteye gitse de kişi, canı kalmışsa geri, ruhundaki ötelerde arayacak ötekileri, bulunca anlayacak ki, öteler var, yok öteki.

Raşe tuttursa da, cesareti güzel, canı cananı güzel ölüm, çalıkuşu gibi işar ederde yolcu kanmaz mı yoluna hiç? Gidilmez mi hiç peşinden bide belin? Gidilir elbet güle oynaya. Gittiği geceye 'Şebu Arus' da der yolcusu, yani düğün gecesi.

Ölüm güzel kokulu olur mu hiç? Olur elbet. Velev görev parçalarını toplayıp tamını bulmuşsa, has havzaların rayihası da sarar ölümün etrafını ve böylece ölümde güzel olur elbet. Ölümün güzeli, gelinin en ak'ı gibidir de, duvağı kara topraktır. Toprak ki maddesinde kara görünse de, beyazdır manasında. Toprağın rengi maddesindedir, oysa manasında beyazdır, aktır, örtüsünde yeşildir, cennet boyasıdır çünkü. Toprak doğuştur, beyaz kundaktır sarıp sarmalarda fide verir yüzüne. Toprak ölümdür, beyaz kefendir sarıp sarmalarda kendi rahminden hak dünyaya ebedi suretle doğurur.

Toprak ki beyaz kefene bürünüp beklemekte İnsanoğlunu!

 

İnsanoğlu ise yürek ülkesine daldığı her yerde ölümü düşünür, beriki ve öteki hayatı. Bir görevli var, herkesin elinden sırayla tutup götürecek bir görevli. O günü, zamanı, saati, saniyesine her bitmiş bir ömrün yıldızını kaydırıp, eriyen bir mumun dibindeki kalan son damla ipi söndürerek alıp gider yolcusunu. Dünya'ya bir yolculukla geliriz. Bilir miyiz, hatırlar mıyız nasıl geldiğimizi? Bilsek, hatırlasak, ya da dünya denen bu gezegeni tanısak, birçoğumuz bu yolculuğa bileti alır mıydık acaba? Dünya ya gelişimiz tamamen bizim irademiz dışında gelişip ve yolculuğumuz sisler arkasında buharlaşıp kaybolup gider.

Üstelik belleklerimizden bile saklı gizli. Ölümde öyledir. Yine sis perdeleri arkasında sürüklenip gidiveririz, gerçek olan hak dünyaya. Fani dünya tamamen bir sis alanıdır; bellekler sisler arasında hep hakikati arar durur? Oysa hakikat yolun bitiminde bir başka hayatın başlamasında dar'ı bekadadır. Dünya'ya nasıl geldiğimizi ve nasıl gittiğimizi bilmiyoruz; çünkü geliş ve gidişimiz tamamen sisler arasında hakikatte saklıdır. Ağlayarak ana rahminden doğarız ve inleyerek dünya'nın rahminden çıkıp ölürüz.

Ölüm hayatın ama uzun, ama kısa cümlesine nokta koyduğunda karanlığın başladığı yerde oda susar. Her ne kadar sesli bir çığlık olsa da ölüm! Ölüm, her ne kadar arkada kalanlara sesli bir çığlık olsa da, karanlığın başladığı yerde oda susar. Uyur ölüm. Biz mi kendimizin ellerinden tutup dünya'ya geliriz? Ya da biz mi kendimizi bırakırız kara topraklara? Hakikat görevlisi hırpalayarak tutar ensemizden, ölüm kollarımızdan hafifçe bırakır bizi karanlık bir çukura, ardından başka bir kapıya başka bir göreve gidiverir. Ölümün kara toprağına düştük mü, buharlar süzülür bilicimizde.

Dondurduğumuz hakikatlerin çözümüyle uyanır bilincimiz.  Perde çekilir hakikatle beyin arasında, sisler de. Sisli yolların bitimindeki berrak kapıya ulaştırır hakikatli yollar. Zira dolambaçlı yollar da nihayetinde hakikat yolunda tekleşir. Kara toprakların arasında sızarak yükselir hakikat buharı. Belki başkaları geç kalmayıp çok daha erken fark etsin diye. Fark ediyoruz ama hakikati değil. Fark ediyoruz ama yerin altını değil, yerin üstünü. Bizim için yerin altı karanlık bir kuyu ya, önemli olan ne yazık ki yerin üstü ya. Kendimizi kabre hazırlamaktansa, ölmeden önce kendi kabrimizi belirleyip hazırlamak daha hakikatli gelir ya. Zaten hep bunu yaptık, yapıyoruz da. Kendimizi hayata değil, hayatı kendimize hazırlamaya çalıştık, çalışıyoruz ya?

O nedenle de insanoğlu ve hedefleri arasına hep bir kovalamaca, bir koşturmaca başlar. İnsanoğlu hedeflerini hep yağmur sonrası açan gökkuşağın da arar. Yağmurlar diner, insanoğlu yine koşar gökkuşağına doğru. Gökkuşağı yine uzaklaşır ve bir başka zirvede gösterir kendini. Yine koşar insanoğlu ve tam gökkuşağına yaklaştığını zannettiği noktada, aslında ömür cümlesinin son noktasına geldiğini anlar ya da anlayamaz bile. Sonra başlar hakikat kapıları ve açılır hakikat bilinci. Tıp'ın ayna tuttuğu ölüm ve bedenin ölmesi biyolojik bir olay; dokular oksijen almadıkları için canlılar yitiriliyor. Beyin oksijenle buluşmasına son verince, koca bir acı nokta koyar ölüm. Bu noktanın geometriği hiç bilinmez.

Aslında acı noktasının geometriği nasıl bilinir ki? Fen bilimi, ağaçların ve insanların var oluş ve yok oluşlarını tam olarak bilmediklerinin mahcubiyetinde dudak ısırırlar. Onların vardığı nokta yine hakikat bilincine ulaşıyor her yerde. Her ne kadar bizler hayatı kendimize hazırlamaya çalışsak ta, hayat galip çıkarak bizleri kendine hazırlıyor. Hem de öyle hazırlıyor ki ellerimizi kendi traktörünün arkasında bağlayıp süründüre, süründüre çekiyor, ardın sıra. Ölüm mantık tanımıyor, ölüm bilimde ilimde tanımıyor. Ölüm hakikati, hakikat ise ölümü çok ama çok iyi tanıyor; hele ki ölümün perde arkasını.

Ürdibehiştdir her dem toprak.

Toprak ki doğuşun kokusudur evvel, ölümün kokusu olur ahiri.

Beyaz ki doğuşun kundağıdır evvel, kefenin rengi olur ahiri.

Topraktan yüzüne çıkar ten, yüzünden toprağa iner can.

Topraktan gelip kendi keşfimizden çıkarız yola, yine döneriz kendi haddimizle kara toprağa. DİLEK EJDER


   
2013-11-05
YORUM YAP
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayına verilecektir. Uygun görülmeyen yorumlarınız yayınlanmayacaktır. Yasal zorunluluk olarak yorum yapan ziyaretçilerimizin IP bilgileri kayıt altına alınacaktır. Teşekkürler...

  Bu yazıya ilk yorumu yapmak ister misiniz?



yazarın diğer yazıları