Dilek EJDER
|
|||
Dilek EJDER kimdir? ARAŞTIRMACI YAZAR, AFORİZMACI, RESSAM, BESTECİ VE ŞAİR; Zemherinin Kardeleni Sarıkamış'ta 31/ 12/ 1973 doğdu Ejderin Kızı; O tam bir sentez avcısı olduğu için Türkiye'nin hemen hemen her tarafını kaçış karış gezdi ve gördüğü tüm memleket tablolarını yüreğinin duvarlarına astı ve belleğine kazıdı. Altmışa yakın yazar ve şairler derneğine üye olup, birkaç yazar ve şair derneklerinin yöneticiliğini de yapan yazar çeşitli faaliyetlerde ve sosyal aktiviteler de hep başarı göstermeye çalıştı. Uluslararası analiz yolculuğu ise Amerika, Almanya, Dubai, Fransa gibi yerlerde soluk almıştır. 5 yaşında kalemiyle tanışan yazar, sonradan yazar olmak için değil elbet, edebiyatın mutfağından geldiği için pişirmiştir kendisini. Sadece kral değil ona göre bütün halk çıplaktır bazen ve krala çıplak olduğunu haykıran o çocuk gibidir her dem. Eserleri; Zemherinin Kardeleni Sarıkamış. Şehitlerin Ölmedi ki Türkiyem. Töre Esaretinde Aşk. Doğuda Kız Türkiye de Kadın Olmak. Ah Gülizar. Vee çok yakında sürpriz |
|||
YAZARIN SAYFASI | |||
Ten Kapısı | |||
Ten kapısı çok şahşahalıydı, çokta mutsuz ve bedbaht.
O gün yüreği daralıyordu, her gün kinden farksız. Bahçe kapısına gitti. Başını bahçe kapısının parmaklıklarına dayadı ve öylece seyrine daldı karşıki evlerin pinhanlarının. Yıkık dökük evlerden biri dikkatini çekti onun. Perdesinde kocaman yırtığı vardı bu evin. Yırtığın çemberinde çok mutlu bir aile tablosu yansıyordu. Evin sobası gümbür gümbür yanıyordu. Sobanın üstünde ise koca bir tenceredenin içersinde su kaynıyordu. Biraz sonra evin can kapısı iki paket makarnayı boşaltıverdi içine. Makarna pişerken ev ahalisi bayram havasını teneffüs ediyorlardı. Ten kapısı o yırtık perdenin ardındaki mutlu hayatın içinde olmak için neler vermezdi ki! Neler vermezdi ki şu an onların arasında olmak için. Oda çok açtı. Açtı ama tek lokma yiyebilecek huzurda değildi. Üstelik buzdolabında havyarı bile vardı. Kuş sütü eksikti ama ona tek lokma yedirecek huzur eksikti. Ten kapısı üşüdü. Döndü içine. Petekleri yaktı. Bir iki dakika sonra ateş bastı; onu üşüten huzursuzluğuydu, ateşi bastıranise huzursuzluğunun yangınıydı. Tekrar döndü bahçe kapısına, yırtık perdenin ardındaki hayatı seyre durdu. Can kapısı kocaman bir süzgeçte makarnayı süzüyordu. Ev halkı yuvarlak bir çember oluşturarak oturmuşlardı yer sofrasında. Ellerinde kaşıklarla bekliyorlardı az sonra gelecek makarnayı, hem de büyük bir heyecanla. Can kapısı makarnayı büyük bir tepsi içerisinde sofraya kor koymaz kaşıklar havada uçuştu. Mutluluk etraflarında çember oluşturarak dönüyordu adeta. İçini çekti ten kapısı, döndü varlıklı ama duvarları kendisine soğuk bakan evine. Sıcaklıktan mutluluktan yana hiçbir iz yoktu bu evde. Ten kapısının duaları kabul görmezdi can kapısı kadar ama öyle bir intizar etikti mıknatıs gibi tuttu. Nefsin eli çok kazançlıydı çok, ama çokta uzaktı candan. Ten'in canını yaktı biri kendi izinden! Çok canı yandı, intizar etti ten kapısı varlığın açık eline; 'Vardan yok'a düşesin, elden ayağa düşesin!' dedi. Bir ay içinde tüm iş anlaşmaları iptal oldu. Ters gitti düz giden yollar. El sıkıştıkları diken olduda, battı varlığın eline. Bir ay içinde deniz göl olmadı, çöl oldu. Ten kapısı varlıkla tanıştığı gibi yoklukla da tanışacakmış demek. Canına tak etti yokluk. Bir başka ateşten gömlekmiş meret. Bu kez çıktı balkonuna, başını balkonun demirlerine dayadı ve seyrine daldı yeni perdelerin arkasındaki hayatları. Biliyordu ki perdeler yeni olsa da, arkasındaki hayatlar bir o kadar yıpranık, bir o kadar eskiydi. Eski perdelerin arkasındaki hayatlar ise çoğunlukla sıcacık ve yepyeni. Rolleri değiştirmişti kader, ten gözü için; dün kendi yeni perdesinin önünde durup, eski perdelerin arkasındaki mutlu hayatlara bakarken, şimdi eski perdesinin önünde durup yeni perdelerin arkasındaki mutlu hayatlara bakıyordu. Sahi nerdeydi mutlu hayatlar? Sanıldığı gibi yeni perdelerin arkasında mı? Yo yo, en çokta eski perdelerin arkasındaki hayatlarda saklıydı o. An'ı yaşamalı can an'ı. An zamanın içinde saklı, zaman ise an'ın. Şuur, an'ı resmediyor, zamanı değil; öyle yaşamalı ki can, resmetmeli şuur bunu. Resmetmeli ki, dün bugünün elinde kalsın ve de belleğinde. Zenginlikte, fakirlikte, iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, can kapısını çalacak davetsiz misafirlerdir. Kapı çalınmaz ev kapısı gibi. Üstelik siz; 'Kim o?' bile diyemezsiniz; çünkü ten kapısı çalındı mı ten kulağı duyar, can kulağı değil. 'Benim' demeden girer tenden içeri. Ten bilir ki kendinde gezinen yabancı kişidir. 'Kim o?' der. İçindeki derki; ' Arabul beni!' Can, kendi bedeninin, teninin, ruhunun keşfine çıkar. İçindeki kim ola acep, düşsün peşine de bulsun onu? Uçsuz bucaksız bir zaman yolculuğu başlar. Yürek ülkesindeki hekimlere gider. Kişi bu, zaman yolculuğunda tüm mevsimleri ama geçer ama çarpar. Bulduğu aşktır, aşk kendinin içindedir. Aşk derki; 'Düş peşime yolumuz kendi içimizde. Kendi iç keşfinde ara bul beni. Nefs derki; "Sen beni bulmasan da olur, ben seni bulurum.' Değil midir ki, hüznün buharı süzülürken tortusu kalır içerde. Değil midir ki, nefsani sınav kendini mutluluk diye tanıtıp yalancı gökkuşağı gibi ardından sürükler, tam yaklaşınca gökkuşağı yine uzaklaşır. O hiç yoktur ki aslında. Yer değiştirse de insanoğlu, mekan değiştirse de, ardına düştüğü gökkuşağı yoktur, ne sağında, ne solunda, ne önünde, ne arkasında. Can derki; 'Canım gitti.' Ten derki; 'Can benden gitti.' Ruh derki; 'Canda benden gitti, tende benden gitti.' Beden derki; 'Canda benden gitti, tende benden gitti, velhasıl ruhta bende gitti.' Toprak derki; 'Hepsi benden geldi, yine bana gitti.' Sahi her şey ne çabuk geldi, gitti. Topraktan gelip kendi keşfimizden çıkarız yola, yine döneriz kendi haddimizle toprağımıza. |
|||
![]() ![]() ![]() |
|||
2013-11-08 | |||
|
|||